Dün sabah yaşımızın ilerlemesi gereği olacak ki, sabah biraz erken kalktım. Evimin cümle kapısından çıktım, ağır adımlarla yürüdüğüm sırada güneş ışınları tan yerini aydınlatmıştı. Mis gibi bir hava, hafif bir rüzgâr esintisi, insanın yüzünü okşuyordu. Kısa kollu gömleğimi giymişim, biraz üşür gibi oldum. Bir kaç adım yürüdükten sonra vücudum ısınmaya başladı.
Eski mezarlığın yanından geçerken bu mezarda yatan yakınlarıma, önemsediğim ve dostlara bir Fatiha okuyarak yanlarından uzaklaşarak yoluma devam ettim. Sabır taşlarındaki yazılar dikkatimi çok çekti bu yazıları okumamak mümkün mü.? Okumadan geçemiyorsunuz. Bir tane mezar taşındaki yazı beni çok etkiledi. Bu şairane yazıyı sizlerle de paylaşmak isterim“Bizler de gezerdik sizin gibi. Siz de geleceksiniz bizim gibi...” başımı öne eğip ayrıldım mezar taşlarından.
Beni yüreğim beni nereye götürürse... Yüreğim Hurmalık mevkiine doğru dedi. Bende hurmalık ovasına doğru dedim ayaklarıma, Rahmetli dedem; Nalbant Mustafa (Baysal’a) ait olan arılı evin yanındaki yeni mezarlık yolundan eski sahibi Şaban Albayrak’ın zeytinlik bahçesinin yolundan, Karaköylü Nigar’ın bahçesi Ayhan Aydan’a ait diye bildiğimiz enginar tarlasının yanındaki yolundan geçerken insanın yüreği sızlıyor.
Güzelim zeytinlik tarlaları, yüksek duvarlarla çevrili Nigar Abla’nın bahçesinde, aklınıza ne tür sebze ve meyve geliyorsa yetiştiriliyordu. Bugün artık bu güzel bahçelerin yerini taş binalar almış. Atatürk Bulvarı’nın çift taraflı geçmesi nedeniyle yolun ortasında kalan eski Karakol kuyu’nun çevresinde duraklıyorum. Karakolkuyu’nun eski günleri geçiyor gözlerimin önünden. Alaçatı üreticileri iş ve tarla dönüşlerinde, eşeklerine keletirlerini sarmışlar, kuyunun başında buz gibi kuyu suyunu testilerine doldurmalarını, yerden bir metre yüksek olan kuyunun yanındaki yalağı kuyudan çekilen kovalarla yalağı doldurup hayvanların su içmelerini sağlayan insanlar bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden…
Karakol Kuyu’nun yanından yeni yapılan otogara giden yola saptım. Otobanın ikiye böldüğü Hurmalı Ovası’nda bulunan arazilerin üstünde yine çok lüks villalar yapıldı. Bu çok şirin görünen villaların çoğu butik otel olarak Alaçatı turizmine hizmet ediyorlar. Bu binaların yerlerinde daha önceleri tarım yapılırdı.
Hurmalık Ovası’nın çok bereketli toprakları, İlkbaharda önce ekin ekilir, ekinler toplanır, tekrar sürülüp yaz sebzeleri dikilirdi. Tütün dikimleri bitince tütün çapa işleri başlardı. Tütünleri çapalarken karnımız acıktığı zaman annem tarlanın kıyısındaki sınırda ateş yakar, iki tane taşı yan yana koyup üstüne evden getirilen çukaliyi taşın üstüne koyardı. Yemeğimiz böylece odun ateşinde pişerdi. Bahçemizde yetiştirdiğimiz domates ve salatalıklarımızı Annem bir sofra bezine sarılmış domates ve salatalıkları kuyudan çektiğimiz buz gibi suda yıkayıp dinlendirdikten sonra, bol soğanlı ve evimizin bahçesinden topladığımız nanelerle beraber salatamızı yapardı. Sonra incir ağacının koyu gölgesinde öğlen yemeğimizi yerdik. O yıllardaki domates ve salatalıkların lezzeti halen damağımdan gitmiş değil. Hurmalık Ovası’nda bulunan Murat Hoca’nın tarlalarını üç sene icarlamıştık. Üç sene içinde bu topraklarda çok tütün ve zerzevat yetiştirdik. Murat Hoca’nın tarlasının tam ortasında büyük bir kuyu vardı. Kuyunun haznesi geniş ve çok derindi. Pancar motor uzun süre çalışır, kuyunun suyu bitmezdi.
Bu anılarımı düşününce anladım ki seneler ne çabuk geçivermiş…
Eski günleri yâd ederek, kendimi Barbun’un eski binasının önünde buldum. Karşımda bulunan Hüseyin Saatli’nin evinin önünden, kendi dükkânıma geldim. Güneş epeyce yükselmişti. Zamanın nasıl geçtiğini fark edememişim.
Bu haftalık da bu kadar! Haftaya görüşmek umuduyla…
Kalın sağlıcakla…