Dokuz ay boyunca bulutlar, gökyüzünü süsleyen beyaz hayaletler gibi uzak kaldı bu topraklara.
Gökyüzünün mavi boşluğunda bekleyişin hüznü asılı kalırken, toprak çatlaklarla dolu cildini gösterdi.
Zeytin ağaçları, dallarında taşıdıkları kadim bilgeliği kavurucu bir yorgunlukla taşır oldu, badem ağaçları ise sessiz bir yas tutarcasına soldu.
Çiçekler, renklerinin neşesini unutup, kuraklığın gaddar pençesinde renksiz birer hatıraya dönüştü.
Kuşların, neşeli cıvıltılarını sustu, açlıktan ve susuzluktan tüyleri diken diken olmuş bir halde dallarda yorgun beklediler.
Böcekler ise yuvalarını terk ederek su arayışı içinde çorak toprakların üstünde sürüklendi.
Bu kuraklık, doğanın en dip köşelerine kadar işledi, susuzluğun çaresiz ağıtı her canlıda yankılandı.
Ama işte, bu sabah, umut tekrar gökyüzünden süzüldü.
Nihayet Datça Mesudiye'ye birkaç damla düştü.
İlk damla, minik bir yankı bırakarak düştüğünde, yer yüzü, açlıktan titreyen canlıların dualarına karşılık vermiş gibiydi. Arılar ve böcekler, o birkaç damlanın etrafında dans eden birer tapınak rahibi gibi toplandı. Kanatları yorgun ama kalpleri heyecan dolu, bir damlanın büyüklüğüne sığınarak hayata tutunmaya çalıştılar.
İşte iki eşek arısı.
Mezgit'te Ömer'in kahvesinin önünde biriken yağmur suyuna kanat açıyor.
Biri içiyor, diğeri uçarak sırasını bekliyor.
Adeta şükran dansı yapıyorlar.
Belki de yeniden bir dirilişe ilk adımı atıyorlar.