İlkokula başladığım yıllar çok ağlamıştım, hem de çok. Gözyaşlarım göz çukurlarımdan süzülerek kulaklarıma akıyordu. İç çekmelerimi duymasınlar diye yorganı iyice başıma çekmiş nefesimle ısınırken bir yandan da yüreğimden gelen lavları söndürmeye çalışırcasına derin nefesler alıp veriyordum. Nasıl bir üzüntüydü böyle ki, bedenimi sarsıyor, adeta donuk bir cisme döndürüyordu.
Almayın benden o güzel duyguyu, almayın. Çalmak bu olsa gerek on bir yaşında küçük bir çocuğun kalbinden onun en kıymetlisini. Ellerimden almayın daha yeşertmeden yeteneklerimi almayın, çalmayın, soldurmayın yediverenler misali rengârenk düşlerimi benden! Feryatlarım boşaydı biliyorum. Kimse duymadı, kulak vermedi isteklerime.
Arzu ettiğim şeyler çok pahalı değildi oysa. Bir çanta dolusu kitap, lacivert takım elbise ve şapka. Ortaokula gitmek. Yani beş yıldan sonra öğrenmeye devam etmek. Zaman kararmıştı bana bakan olumsuz bakışlara. Bülbüller sustu, güller küstü, güneş ışığını yüzümden aldı. Saçlarım uzamadı, gözlerim hayallerini seyredemedi bu yüzden düşler bahçesinden. Kızarmadı tombul yanaklarım daha sonra heyecanla. Çocukluğum, resimlerimdeki parlak denizi göremedi. Rengârenk olmadı gökkuşağı o günden sonra. Derleyip topladığım odada asılı levhaların yazıları ters yüz oldu, okuyamadım. Silindi yüreğimdeki özlem dolu planlar birer birer.
O gün çocuklarımın ders kitaplarını satın almak için İzmir’e kitabevine girdiğimde yıllarca okumak için alamadığım, çevirmeye kıyamadığım sayfalarını tutamadan parmaklarım, ibrişim ipliklerine dolandı. Yıllarca çıkaramadım. Yazamadan kalemle ellerimde iğnelerle iplikler delik deşik olan parmaklardan kurtulamadım.
Kimileri kütüphanelerde saatlerce dalarken o müthiş atmosfere dibine kadar, kimileri okurken her sözün manalarını ilmek ilmek bilgiyle sarmalayarak... Ben, terzi dükkânımda müşterilerimle güncel konuları veya memleket meselelerini tartışıyorken daralana kadar sızlanan yüreğimle bunaldım, ufalandım, ufaldım, darmadağın olana kadar bocaladım.
Ta ki 1984 yılında İzmir’deki kitabevine girdiğim gün o kitap kokusunu alana değin. O gün çocuklarıma ders kitaplarını aldıktan sonra ben de kendime bir kitap almak istedim. Kitabevinde kitap raflarına bakınıyordum. Elime Aziz Nesin’in “Nah Kalkınırız” kitabı geçti. Hemen ben bu kitabı okumak istiyorum dedim ve kitabı satın aldım. İzmir’den döner dönmez önce terzi dükkânıma gittim birkaç saat çalıştıktan sonra acele teslim etmem gereken işlerimi bitirdim. Gece geç vakit olmuştu dükkânı kapattım evime geldim.
Eşim Meryem çocukların kitaplarının kaplamasını bitirmiş, kapladığı kitap ve defterlerini kızımın çantasına yerleştiriyordu. Eşime yeni almış olduğum kitabı okumak istediğimi söyleyerek diğer odaya geçtim. Kitabı aldım, önce yapraklarını okşayarak ve ortadan ayırarak burnuma yaklaştırdım. Kâğıt kokusunu sert bir şekilde içime çektim. Yarabbi! Nasıl bir koku bu? demekten kendimi alamadım.
O gün bugündür kitap okumasını çok seviyorum. Descartes ne güzel söylemiş: “En iyi kitapların okunması, geçmiş yüzyılların en büyük insanlarıyla konuşmak gibidir.”