Eskiden! Eskiyen her şey gibi, yitip giden zaman kavramı... Değişen şeyler, unutulup gidenler, solanlar, yeşerenler belki de...
Ne haber? Ne var ne yok? İle başlayan sohbetlerin ardından gelen satır başı cümleler. Eskiden ile başlayıp o anda bile biraz daha eskiyen…
Mahalle bakkallarımız vardı. Veresiye aldığımız çizgili 3 ortalı deftere işlenen isimlerimiz. Hesap makinesi ile toplanan alışverişlerimizin toplam telaşlarına eklenen. “Sen yaz Fevzi Efendi”
“Ocakta yemeğim var. Yemeğe yetişeceğim” deyişlerimizi.
Açık hava sinemalarımız bilet kuyruğunda kavgalarımız boş sandalye kapmacaları arasında
macuncularımız vardı. Eskiden renklerinde çocukluğumuzu bıraktığımız. Doğrularımız vardı yalanlarımızdan çok olan mesela… Ezan okuyan, Kur’an öğreten Faik Hoca. İskeçeli hafız gibi İmamlarımız vardı. Bu güzel din adamlarının yetiştirdiği, çok güzel sesli olan müezzinler yetişmişlerdi. Ezanı okudukları zaman en güzel makama taş çıkartan…
Sokak ortası sohbetlerimiz ya da uluorta çekiştirilmeden oradan buradan konuşulan, yalandan riyadan uzak… Zamanında dostlarımız vardı; üç kuruşa satılmayan, trilyon versen alınamayan!
Belki siyah beyazdı ekranlar ama içini ısıtırdı grinin tonu olan renkler. Sıcak salep diye sabahın çok erken saatlerinde gür sesinle bağıran Cemal Can Amca, Alaçatı meydanında içini ısıtan sıcak salebinin başına toplanırdı ahali…
Soba üzerine konan mandalinaların kokusu buram buram odaya yayılırdı. Kalabalık kurulan sofralar vardı. Eskiden büyükler başlamadan, başlanmayan yemekler ve yemek bitmeden kalkılmayan sofralar vardı…
Bir tek TRT Radyosu vardı. Arkası yarınlar; en güzel, en heyecanlı yerinde kalan. Alın terleri vardı, alnının ortasından süzülüp yere damlayan. Eskiciler vardı ceket verip mandal alınan. Zamanı vakti har vurup harman savurduğumuz günler. Saklambaçlarımız, körebelerimiz vardı. Yakar toplarımız, tel direksiyonlu dört tekerlekli arabalarımız vardı…
Misketlerimiz vardı rengârenk, irili ufaklı hep en güzeli bizimki olan. Filelerimiz vardı çarşıya pazara çıkılan, kese kâğıtlarımız. Ne alırsan al içine koyulup taşınan. Her mekâna girerken de çıkarken de selamlarımız vardı kullanılan. Çay ocaklarımız vardı karbonatlıda olsa üst üste içip midemizi ağrıtmayan çaylarımız vardı. Köşe başlarımız vardı. Sevgiliyle buluşma noktası olan. Kaçışlarımız vardı sonra aynı köşenin kenarından. Su sürahilerimiz vardı ağzı ince altı yayvan toz girmesin diye üzeri kapatılan. Telefonlarımız vardı 4 kere tam tur dönen.
Çayın demi farklıydı eskiden. Pilavın tavı, nohutla dansı ya da… Odun kömürü kovasında kirlenen ellerimiz vardı. Eskiden sırası sana geldiğinde odun sobasını sen doldurmayasın diye; “Benim dersim var. Ben dersime çalışacağım” diye kaytardığımız günler...
Ne güzeldi eskiden…
Kalın sağlıcakla…