Dr. Ahmet Güler
urizm Bakanlığı tarafından "Ege Turizm Merkezi - Çeşme Projesi" nin açıklanması ile bir tarafta “turizm’de uçacağız, malımız mülkümüz para edecek, esnaf para kazanacak” diyenler, diğer tarafta ise ”bu turizm projesi filan değil, emlak rant projesi, Urla-Çeşme Yarımadası betonlaşacak, doğal yaşam ve tarım yok olacak” diyenlerle karşı karşıya geliyor.
Proje için 9,56 Milyon m2 arazi Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile “Nitelikli Turizm-Koruma -Geliştirme Alanı” ilan edildi. Bu da ne demek derseniz, kısaca anlamı: “Bu alanda Turizm Bakanlığı izni ile her şeyi yaparım, SİT, ÇED, şahıs arazisi dinlemem, istediğim yere çökerim” demek. Bu çerçevede Ocak 2020 sonunda Çeşme/Alaçatı’da 178 özel sahış arsası, Urla/Zeytineli’nde ise 40 arsa (190 Hektar) “Acele Kamulaştırma Yasası” ile kamulaştırıldı.
Ziyafetin kokusunu alan İzmirli ekonomik kuruluşların temsilcileri hemen Ankara’ya Turizm Bakanına koşturdu ve “"İzmir'e bir piyango vurdu. İzmir'in köprüden önceki son çıkışı. İzmir büyük bir şansı yakalıyor" demeye başladılar. % 94’ü halka ait olan arazilerin emlak rant paylaşımında taraftar toplama algı operasyonuna figüranlıkta birbirleri ile yarış etmeye, ütopik algı sloganlarına destek vermeye başladılar:
“14-15 milyar dolar yatırım, 100 bin lisan bilen kişiye yeni iş imkanı, 20 golf sahası ve futbol sahaları, yat limanları, sadece 2 katlı binalar (villalar), denizden tatlı su, film stüdyoları, mağdur olmayan, mutlu mülk sahipleri, kış uykusundan uyanmış bir Yeni-Çeşme yapılıyor, Çeşme Cannes olacak”
Kanal İstanbul’a benzeyen bu vaatleri Türkiye geçmişte çok duydu ve inandı da. Sonuç Antalya, Marmaris, Bodrum, Kuşadası. Betonlaşmış kentler. Kendileri bir yıldıza bile sahip değilken 5 yıldızlı lüks otellerde dünyanın en ucuz tatilini yapan, katma değeri en altta kitle turistleri bölgeye getirilecek. Çeşme / Alaçatı hiç olmazsa iç turizmde belirli bir üst kalite çıtası yakalamıştı. Zengin ve kaliteli turisti bölgeye çekme şansı mevcut iken bu doğayı yok etme ve betonlaşma projesi ile bu şans da kaçacak.
Kaliteli turizm sadece betonlaşma ile olmaz. Doğal güzellikleri korumak, tarihi mekanları turizm yapısına göre düzenlemek, bölgedeki halkın geleneksel yaşam tarzının korunması daha fazla kaliteli turisti çekiyor ve turizmden gelen geliri arttırıyor.
Hemen yanı başımızdaki Yunanistan’ı örnek alın. Yunanlılar adalarında hiçbir bozulmaya izin vermemişler, tarihi evlerini, kiliselerini, limanlarını, sahillerini, ağaçlarını, eski eserlerini olduğu gibi korumuşlar, buna ek olarak çok yoğun bir pansiyonculuk, gastronomi ile yerel halkın turizme katılımını sağlamışlar.
Bunun sonucu olarak yaz gelince vize alabilen Türkler akın akın Yunan Adaları’na gidip milyonlarca dolar turizm geliri bırakıyorlar. Eğer vize şartı olmasaydı, Türkiye’nin yarısı Yunan Adaları’nda tatil yapacak nerdeyse.
Neden?
Çünkü biz akıllı Türkler kendi memleketimizi beton yığınına çevirmişiz, Bodrum’da Kuşadası’nda, Marmaris’te, Antalya’da yüz binlerce yılda sadece 15-20 gün oturulan, ama deniz gören yerlere kalitesiz-eğrelti yazlık siteler kondurmuşuz, biçimsiz, barbar, tazı olmayan bir mimari, doğa yok edilmiş, her taraf iğrenç beton bloklar ile doldurulmuş, % 50 kapasite ile çalışan ucuz yabancı turist avcısı devasa beş yıldızlı oteller ile sahilleri kaplamışız..
Kendi memleketimizi tamamen çirkinleştirdiğimiz için akın, akın Yunan adalarına kaçıyoruz ve “ah ne güzel, vah ne güzel, aman ne de ucuz” diye hava basıp, oralarda tatil yapıyoruz.
Yine memleketimize geri dönersek, milyonlarca m2 hazine ve şahıs arazisine el koyuyoruz ve buraları atmasyon Cannes turizm cennetine çevirecek beton projelere alkış tutuyoruz.
“Yapmayın, etmeyin, doğayı çevreyi katletmeyin, eğer katledersiniz buralara turist filan gelmez, sadece rezildanslar ve yazlık villalar gelir” diyenleri de “istemezükçü” diye vatan haini ilan ediyoruz…