25 Kasım tüm Dünya’da "Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü" olarak kabul edilir.
Peki neden bu gün ve neden mücadele diye soracak olursanız,
25 Kasım 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti'nde diktatörlüğe karşı gelen üç kız kardeş Patria, Minerva, Maria Mirabel'in (Mirabel Kardeşlerin) cesetleri bir uçurumun dibinde bulundu. Mirabel Kardeşler, tecavüz edilerek, boğazlanıp dövülerek, vahşice öldürülmüşlerdi. Ölümlerinden sonra tüm Diktatör yanlısı basın kaza diye yazsa da hunharca katledildikleri ortaya çıktı ve “Mirabel Kardeşler” diktatörlüğe karşı direnen, mücadelenin sembol isimleri olarak anıldı.
Bütün dünyada yankı bulan bu elim olaydan sonra BM, 17 Aralık 1999 yılında 25 Kasım'ı “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü" olarak belirledi.
Tüm Dünya’da olduğu gibi Ülkemizde’de, kadınların hukuki ve politik kazanımları tersine çevrilmeye, yürürlükten kaldırılmaya veya uygulama noktasında görmezden gelinmeye çalışılıyor.
Kadın hakları ihlalleri (özellikle kadınların yaşam hakları), kadına karşı şiddet oransal olarak farklılık gösterse de ülke, bölge ayrımı olmaksızın devam ediyor. Tüm toplumlarda kadına yönelik şiddet, sınır, sınıf tanımıyor. BM ve Dünya Bankasının istatistiklerine göre Dünya genelinde günde 137 kadın! eşi, en yakını ya da aile bireylerinden herhangi bir erkek tarafından şiddet görerek öldürülüyor. Yine verilen istatistiklerde kadınların % 38’i sokak ortasında fiziksel şiddet veya cinsel şiddete maruz kalındığında direnç gösterirken, % 60’a yakını ise evlerinde öldürülüyorlar.
Türkiye’de ise, TBMM’ye sunulan bir soru önergesine verilen cevapta ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu raporunda yer alan bilgiye göre 2010-2020 yılları arasında Ülkemizde toplam 2296! kadın öldürülmüştür.
2021 Ocak ayından bu güne kadar ise tam 345 Kadın şiddet görerek öldürülmüştür.
Gerçekten çok ürkütücü ve utanç verici bir tablo.
Hem de Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nde, Türk Kadınına verdiği değerlerden hızla uzaklaşarak.
Kadınlar; eğitimden, istihdamdan, karar alma mekanizmalarından, sosyal ve siyasal alandan dışlanmakta ve görmezden gelinmektedir.
Günümüzde kadınların hayatını hukuk değil, erkek egemen bakış yönetmektedir. Bu da biz kadınlara cinsiyet ayrımcılığı, sömürü, şiddet olarak dönmektedir.
Biz kadınlar da, kadına yönelik bu şiddeti ortaya çıkarmak ve buna karşı koymak, bize verilen hakları kaybetmemek için, örgütlenmeye ve mücadeleye devam ediyoruz.
Kürtaj hakkından tutun da, eğitim hakkı, araç kullanma, dilediğini özgürce giyinebilmeye kadar pek çok hakkı mücadeleyle elde ettik ve mücadeleye devam edeceğiz. Ta ki yönetimde, hukukta, yasada, politikada, kendi adımıza kendi kararlarımızı verene dek.
Kadına Yönelik Şiddetin önlenebilmesi için; yasaların, kanunların ve 6284 sayılı
AILENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESINE DAIRİ KANUN’unun etkili şekilde uygulanması gerekliliğini düşünüyor, Londra’da yaşanan gerçek bir olayı anlatarak yazımı bitiriyorum.
Genç bir İngiliz kızı, gece yarısı evine giderken, yolunu kısaltmak için Regent Park'tan geçiyor. Parkın az aydınlatıldığı karanlık yoldan yürürken, kötü niyetli, magandanın biri, lâf atıp,kızın önünü kesiyor, kız çok korkuyor ve çığlıklar atarak kaçmaya çalışırken etrafta bulunan ve kızın çığlıklarını duyan gençler koşup saldırganı yakalıyorlar.
Ertesi gün saldırgan yargılanıyor.
İngiliz yargıç, gece yarısı parktan geçerken, kızı korkutan saldırgana 7 gün 7 yıl hapis cezası veriyor.
O esnada yargılamayı takip eden gazeteciler şaşkınlık içerisinde soruyor:
“ Sayın Yargıç, saldırgan! kıza elini bile süremeden, hemen yakalandı. Bu ceza çok değil mi?"
Yargıcın yanıtı hukuk tarihine geçecek düzeydeydi.
Yargıç:
“Kızı korkutmanın cezası sadece 7 gündür. 7 yıllık ilave edilen ceza ise İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma ve parktan geçme özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır." diye cevap verir.
İşte Türkiye’de de aradığımız
ADALET ve YARGI BUDUR.