Anadolu’nun “ana gibi” verimli, dost, sarıp sarmalayan, koruyup kollayan, bakıp doyuran toprakları, artık üzgün...
Çiftçi ise, “toprağına” değil ama, toprağından topladığına küs şimdilerde…
Tarımda tohumlukla başlayan sıkıntı, rekolteyi etkilemiyor, ama yüz de güldürmüyordu... Şimdi o da bitti... Gülmeyen yüzlerle, rekolte gittikçe eksildi...
Çünkü üretim, kendine pazar bulduğu sürece berekettir…
Toprağa verdiğin emeğin karşılığını ürün olarak almak kadar, “eder” olarak da değerlendirebildiğin ölçüde yüz güldürür…
Ama ne yazık ki, çiftçinin yüzü gülmüyor.
Tarımsal üretimin aslında bacasız sanayi olduğu bu münbit topraklar, ektiğinin karşılığını verse de, tarladan gelen, cepteki yangını söndürmeye yetmiyor…
Ürününe istediği fiyatı bulamayan çiftçi ne yapacağını bilemiyor... Üretim kalemlerinin hepsine zam geliyor, ama ürettiğinin fiyatı aynı kalıyor...
Yaşarken, hep daha fazla harcamak zorunda…
Ekerken, hep daha fazla para yatırmak zorunda…
Sularken, hep daha fazla su parası vermek zorunda…
Ama ürünü, aynı noktada…
Ürün var, alan yok…
Sorun, sadece üreticinin sorunu değil…
Üreticinin yıllardır eğitilmemiş olması, yönlendirilmemiş olması, bu sıkıntının başlıca kaynağı gibi görünebilir…
Ama inanın, bu sadece görüntüdür…
Tarım büyük sıkıntı içinde…
Bu tablonun çok nedeni var kuşkusuz…
Birincisi, doğru ürüne yönlenemeyen çiftçi, ikincisi ise, Pazar bulamayan ihracat sistemi… Üçüncüsü de kendi üreticisine Pazar aramak yerine onu ithalatla frenleyen sistem...
Anadolu’da ticaret de sanayi de tarıma dayalıdır…
Tarımda yaşanan bir hüsran, ticarete kıyamet olarak yansır…
Anadolu’da toprağa ayak basmamış biri bile, karnını dolaylı olarak o topraktan doyurur…
Toprak, kendisini işleyen, eken biçenin yüzünü güldürmezse, kimsenin yüzü gülmez…
Birbirinden asla soyutlanamayacak bu zincir ne yazık ki sıkıntılı, sancılı ve YOKSUL bir geleceğe hazırlanıyor…
Tevfik Fikret, demişti ki ünlü şiirinde...
“Bugün yine açık evlatlarım…
Bugün yine açız…
Lakin yarın belli olmaz!..”
Ama sanırım, bizim için, yarın da belli…
------------------------------------------
Suya sansür, silaha özgürlük!..
Ülkede “sansür” yoktu bir zamanlar... Gazeteler, televizyonlar, karikatüristler, yorumcular hürdü... Ahlak kuralları içindeyseler, görüneni yorumlamanın dışında bir yorum yapıyorlarsa “ayıp” ederler, dışlanırlardı sadece...
Zaten “dışlanmak” bir gazeteci, bir yorumcu, bir televizyoncu, bir karikatürist için alabileceği en büyük ceza olurdu...
Ama mesleğin kendi dinamiklerine el kondu... Hepsi, bir ahlak bir kaybediş, bir dışlanış olmanın dışında “yasaklanır” hale geldiler...
Mesela televizyonlarda “sigara” demek, “rakı” demek bile yasak...
RTÜK böyle istiyor...
RTÜK, televizyon dizilerindeki her sigaranın, her içki kadehinin “buğulanmasını” istiyor...
Hatta geçen gün gördüm bir dizide rakıyı susuz içen oyuncunun içtiği aslında suydu ama, o bile “buğulandı”...
Gençliği, toplumu, bu tür zararlılardan koruma çabası anlaşılabilir. Yararlıdır da aslında... Mesela, artık şehirlerarası otobüslerde sigaranın yasaklanmasından 81 milyon memnun... İçen de memnun, içmeyen de...
Statlarda sigaranın yasaklanmasından da memnun...
Ama aynı anlayış, aynı RTÜK, televizyonların Teksas’a dönmesinden hiç şikayetçi değil... Bunun gençliğe vereceği zararı, topluma yönlendirici etkisini hiç umursar görünmüyor...
Televizyonları açın... Hangi kanalı açarsanız açın... Hangi diziyi açarsanız açın... Tamamına yakınında SİLAH var... Tamamına yakınında MAFYA var... Tamamında yakınında KANUNSUZLUK var...
Suya bile sansür uygulayan RTÜK, bunlara neden duyarsız dersiniz?..
Cevabını bilmenize gerek yok...
Su gibi ömrünüz olsun yeter...
Kalın sağlıcakla...