1910 yılında İstanbul’da doğdu. Futbol yaşamı on altı yaşına kadar sadece doğduğu semtin sokaklarında, çevresindeki çayırlarda geçen ve hiçbir kulübe dahil olmayan Sait Altınordu’nun futbol kariyeri, 1926 yılında ailesinin İzmir’e gelmesi ile başladı.
Sait Altınordu ve ailesi, babası Binbaşı Tevfik’in ölümünden sonra İzmir’e göç etti. Sait Altınordu, Karantina Bozkurt takımında top oynamaya başladı. O dönemde kendisini Şekerci Hakkı Alkım görerek Sait’i, Altınordu Kulübü’ne götürdü. Sait’in futbolculuğuyla efsane olması, Altınordu Kulübü’ne girmesi ve beğenilerek hemen kulüp formasını kuşanması ile başladı.
1926 yılında henüz on altı yaşındayken kuşandığı Altınordu formasını, 1953 yılında 43 yaşındayken sırtından çıkaran Sait Altınordu, 27 yıllık spor kariyerinde kulübüne olan bağlılığını, İstanbul’daki büyük spor kulüplerinin transfer tekliflerini reddetmesi ve kendisine soyadı olarak Altınordu kulübünün adını almasıyla kanıtlamıştır.
1930’lu yılların İzmir’inde, üç kulübün üç büyük futbolcusu vardı: Altınordulu Sait, Altaylı Vahap ve Göztepeli Fuat. Herkesin bir soyadı alması için çıkarılan yasa uyarınca bu üç futbolcu, kulüplerinin adını kendilerine soyadı olarak seçmişlerdi. Sadece Vahap, Kurtuluş Savaşı’nın önemli komutanlarından ve İzmir’in kurtuluşunda rol oynayan Fahrettin Paşa’ya “Altay” soyadı, Mustafa Kemal Atatürk tarafından verildiği için kulübünün adının başına bir “Öz” ilave etmek zorunda kaldı.
Kariyerinde 1932 yılında, İstanbul’da Macar Milli Takımı’na karşı sağ açık; 1936 yılında, yine İstanbul’da Yugoslavya’ya karşı sağ iç; 1936 yılı Berlin Olimpiyatları’nda Norveç Milli Takımı’na karşı sağ iç; 1937 yılında da Belgrad’da Yugoslavya’ya karşı sağ iç oynayan Sait Altınordu, ayrıca yabancı takımlara karşı ülke içinde ve dışında özel ve temsili karşılaşmalarda 37 kez görev aldı.
Sait Altınordu’nun yaşamında en unutulmaz günlerden biri, 1936 yılının 5 Nisan günüydü. Sait Altınordu, Alsancak Stadı’na birkaç yüz metre ilerideki denizyolları idaresinde çalışmaktaydı.
Altay ile yapılacak maç için Altay sempatizanı olan müdüründen izin alamayan Sait Altınordu, Basri, Vahap ve Hakkı’nın attığı gollerle takımının 3–0 yenik duruma düştüğünün haberini alınca işyerinden izin almadan bir taksi ile ikinci yarı başlarken zar zor Alsancak Stadı’na yetişti. Ayakkabılarını ve formasını bile otomobilde giymeye çalışan Sait Altınordu’nun takıma katılması ile canlanan Altınordu, golleri birbiri ardına sıralamaya başladı.
Sait Altınordu’nun ceza sahasında düşürülmesi ile kazanılan penaltıyı Adil gole çevirmiş, ardından kazanılan korner atışını kullanan Sait Altınordu, topu doğrudan kaleye göndermişti. Ardından yine Sait Altınordu’nun pası ile Adil’in kafa golü gelince durum, 3-3 oldu. Maçın bitmesine kısa bir süre kala Altınordu’nun kazandığı penaltı atışına, Altaylılar itiraz etmiş ve kaleci kalesini terk etmişti. Sait Altınordu’nun boş kaleye attığı dördüncü Altınordu golünden sonra ise Altaylılar topluca sahayı terk etti.
Sait Altınordu’nun adını Avrupa’ya taşıyan maçlardan biri de First Wien maçıdır. İstanbul ve Ankara karmalarını yenerek İzmir’e gelen Avusturya takımı, İzmir karmasının karşısında sahadan 4–1 yenik ayrılmıştır. First Wien’i şaşkına çeviren bu eşsiz futbolun kahramanları İzmir karmasının üç efsanesi Sait, Fuat ve Vahap idi.
Taçlı Kral Metin Oktay’ın yaşam öyküsü “Top ve Ben” adlı kitabındaki anlatısı; Sait Altınordu’nun sadece bir efsane olmadığının, efsaneleri yaratan bir insan oluşunun da en güzel örneğidir:
“Yünleri, paçavraları kuzu derisiyle dikip, futbol topu yapardık. Sert olurdu o toplar, iyi de zıplardı. Mahalle aralarında kimimiz Vahap Özaltay olurdu, kimimiz Sait Altınordu, kimimiz de Fuat Göztepe. Ama ben hep Sait Altınordu olurdum… Damlacık’ta 8 numaralı formayı giydim. Neden 8 numara? Çünkü 8 numara Sait Altınordu’nun giydiği formanın numarasıdır. O, çocukluğumun kahramanıydı. Büyüdüğüm zaman hep O’nun gibi olmak isterdim”.
İzmir karmasının değişmez oyuncusu Sait Altınordu’nun 1937 yılına kadar milli formayı sadece 4 kez kuşanabilmesi, talihsiz bir dönemi yaşamasından kaynaklandı. Spor yaşamındaki en olgun ve başarılı döneminde İkinci Dünya Savaşı’nın yaşanmış olması, 1937’den 1948’e kadar tam on bir yıl hiçbir yurtdışı ilişki kurulmamış olması, Sait Altınordu’nun kariyerini olumsuz yönde etkiledi. 1948 yılında tekrar milli maçlara başlanmasına karşın yaşı 38 olan Sait Altınordu, takımında başarılı maçlar çıkarmasına rağmen yaşı dolayısıyla milli formadan uzak kalmak durumunda kaldı.
Futbolu bıraktıktan sonra futbol hayatına bu kez de antrenör olarak hizmet etmeye başlayan Sait Altınordu, futbolu bıraktığı 1953 yılından ömrünün son yıllarına kadar İzmir’de Genç Takım’ın antrenörlüğünü yaptı. Futbola ve Altınordu’ya, başarılı futbol kariyeri ve özverisiyle bir yaşam armağan eden Sait Altınordu, kulübünün kendisi için düzenlediği anma gününden sonra uzun süre yaşayamadı ve 1979 yılında hayata gözlerini yumdu.
BİR BABA HİNDİ’NİN ÖYKÜSÜ
1951 yılının son günü 30 Aralık’ta Altınordu, Altay ile lig maçına çıkacaktır. O gün evine götürmek üzere aldığı hindi ile Alsancak Stadı’na gelen bir taraftar, Sait Altınordu kaptanlığında sahaya çıkan“Şeytanlar”ı görünce ayrı bir duyguya kapılır ve sahaya girer. Sait Altınordu’ya koşan taraftar “Yenelim Altay’ı bu gece yılbaşı için armağanım hindi olsun” der.
Sahaya Selahattin, Fehmi, Ekrem, Beytullah, Halim, İsmail, Necati, Sait, Rıdvan, Memduh, Zeki düzeni ile çıkan Altınordu, Bayram Dinsel’in golüne Memduh Gezer’in 2 golü ile cevap verir ve sahadan 2-1 galip ayrılır. İşte o sırada Alsancak Stadı’nı inleten bir ses duyulur: “Bir baba hindi, eyvallah…” Hindiyi armağan eden taraftarın sesine tribünleri dolduran binlerce Altınordu taraftarı da katılmaya başlar: “Bir baba hindi, eyvallah…”
Eski futbolculardan ve milli atletlerden, Altınordu’nun milli amigosu Sarı Yaşar (Tunçses) de süreç içinde bu sloganı zenginleştirerek taraftarlarla birlikte Alsancak Stadı’nı inletmeye başlarlar.
“Bir baba hindi, eyvallah / Olaydı şimdi, eyvallah / Yallah, yallah, yallah…”
Ulusal basının İstanbul takımlarına mal etmeye çalıştıkları öykünün aslı da böyledir, işte.