
Dikkat!
Bu bir UYARI yazısıdır!!!
Özellikle bir köpeği evlat edindiyseniz mutlaka okuyun, okutun.
Tırtıl ki, özellikle küçük yeşil olanlar için türlü tekerlemeler ve/veya parmak oyunları geliştirilmiş ve çocukların eğlencesine sunulmuştur. Anımsayalım; “hain tırtıl, pis tırtıl, neden yedin yaprakları kıtır kıtır” gibi… Ki, en bilinenidir bu… Ve hatta “L” ile “R” seslerini okuyucu “Y” sesine dönüştürerek okur; “tıytıy” gibi… Bu da dinlencesine sunulan çocuğun kulaklarına daha bir hoş gelir. Parmak oyunlarıyla da çocukların gönlü hoş edilir küçük tırtılın içerisinde geçtiği sözlerle… Karikatüristler çizgilerinde boğum boğum yeşili çizer, güzel bir de göz-burun-ağız üçlüsünü eklerler tırtılın yüzüne… Sanırsınız evrenin en güzel, en masum ve en içe sarılası yaratığı gelmiş de, sayfanın başına kurulmuş. Lunapark diye adlandırılan devasa alanlara kurulu kocaman tırtılları da unutmayalım; hani trene benzer, içerisine oturup, üç-beş dakika tur atılan büyük oyuncaklardan bahis vuruyorum. Çocukların bir hoşuna gider ki, sormayın gitsin.
Bir de “Çam Tırtılı” var, bilim insanları ona “Çam Keseböceği” de diyormuş. Diyormuş diyorum çünkü insanın başına gelmeyince bilmiyor. Nereden bilelim ki böylesine bir şeyin varlığını?
Ellerinizden öper, Şakir yani evimizin üçüncü evladını size birkaç satır anlatayım; moltipo diye türlendirilmiş bir köpek kendisi… Maltiz teriyer (maltese terrier) ile podıl (poodle) türlerinin karışımı. Hangisi baskın diye sormayın, yanıtlayamam. Ancak emin olduğum tek bir doğru var ki, o da, Şakir’in henüz yedi haftalıkken evimize geldiği ve evimizin bir bireyi olduğu… Karbeyaz tüyleri, güleç yüzü ve sakin tavırlarıyla tümümüzün moral kaynağı olmasının yanında ısrarlı sevgi davranışlarıyla da yüreklerimizin orta yerinde bazen oturuyor, bazen de iki seksen uzanıp yatıyor.
Şimdi, tırtılla Şakir’in ilişkisi nedir diye sorar gibi olduğunuzu duyar gibi oluyorum;
Bu çam tırtılı denen hain yaratığın, yaradılışı gereği üzerinde sarımsı tüyler var. Bu arada tırtılın kendisi de yeşil değil, kahverengi. Vücudunu saran bu sarımtırak tüyler meğer zehirliymiş. Hem de ne zehir! İki dakika gibi inanılması çok zor olan kısa sürede etkileyebiliyormuş dokunanı. Sadece çam ağaçlarında bulunurmuş ve Nisan, Mayıs aylarında göze çarpabilirmiş.
Ah, güzel oğlum Şakir’im, ah!
Ne bilsin, nereden bilsin? İnsanın avuç içinin yarısı kadar olan sarı tüylerle bezeli kahverengi böceğin bu denli kendisine zarar verebileceğini… Zannımca birkaç saniye, sadece dilini değdirmiş veya ağzının içinde şöylece bir çevirmiş ve hemen atmış ağzından… Ama birkaç saniye, o kadar!
Ve gerçekten de, sadece birkaç dakika içerisinde Şakir önce kusmaya başladı, ardında da ağzından köpük köpük sular gelmeye… Bir de bir ishal, bir ishal… İnanın abartmıyorum, tüm bunlar beş dakika içerisinde oldu. Hemen belirteyim, biz bir tırtılla vakit geçirdiğini görmedik, sadece onun acılar içerisinde ağlamasına (havlamasına) taraçaya çıktık. Vakit kaybetmeden veterinere geldik. Yabancı cisim yutma ihtimaline karşı röntgen çekildi. Kan tahlilleri yapıldı. Bu arada Şakir ağız bölgesini, çenesi dahil asla elletmiyordu. Doğal olarak veteriner soruyor, bir şey gördünüz mü? Yerken, içerken, oynarken… Tırtılı kenarda gördük ama bir tırtılın bir köpeği bu kadar etkileyebileceğine ihtimal veremediğimizden bahsini bile etmiyoruz.
Neyse, altı adet iğneden sonra eve geldik. Daha on bir aylık olan yavrum, kendini bize de, eve de, evdeki oyuncaklarına da kapadı ve bir köşeye çekildi. Ne yemek, ne içmek! Yanımıza dahi gelmiyor. Artık ne kadar acı çekiyorsa baş bölgesini de asla elletmiyor. İnsan dayanamıyor haliyle, eşimle birbirimize bakıyoruz, gözlerimiz doluyor. Sonra nasıl olduysa ben bir ara ağzının içini gördüm. Dilinin patlıcan moru gibi renk değiştirdiğini heyecanla önce ev halkına, sonra da telefonla veterinerimize bildirdim. Hemen tekrar getirin dediler. Aynı akşam biz tekrar veterinerin yanındaydık. Zorla ve ağlata ağlata ağzının içine baktılar. Şakir masada ağlarken, biz de dışarıda ağlaşıyorduk eşimle tırtıldan habersiz olarak…
Birkaç iğne daha yapıldı oğlumuza. Sabah tekrar geleceksiniz ve iğnelerin dışında seruma da başlayacağız dediler. Ertesi gün kliniğe girer girmez kapıda bana cep telefonlarından o mendebur tırtılın resmini gösterdiler. Sağ olsunlar, onlar da çok üzülmüşler. Akşamdan sabaha da araştırmışlar. Resmi gösterirken, bir taraftan da evinize yakın yerde çam ağacı var mı diye sordular. Var, yazlıktaydık dün dedim. Evin önünde de iki koca çam ağacı var dedim. Hemen ekledim, iyi de bu küçücük tırtılı ben dün gördüm taraçada… O an hep beraber anladık dağ gibi Şakir’imizi düşürenin, el kadar tırtıl olduğunu…
On gün kadar sürdü bu tedavi… Tanrımıza şükürler olsun ki, Şakir’i bizlere bağışladı.
Ama,
Küçücük bir eksikle;
Şakir’in dilinin uç kısmı koptu, düştü. Yaklaşık üçte biri yani… Tedavi sürecinde tam sekiz gün ne yedi, ne de içti Şakir. Dokuzuncu gün yavaş yavaş yemeğe başladı. Onuncu gün de kendi başına su içmeye… Dilinin uç kısmının eksikliğini önce çok dertlenmiştik ama baktık ki, alıştı yemeğe içmeye, biz de onun bu haline alıştık.
O kara günü ve ardındaki iyileşme sürecini hayatımızdan çıkardık. Hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi…