Datça’nın pazar yerinde, güneşin altın ışıkları meyve tezgahlarına vururken, İsmet Amca tezgahını özenle yerleştirirdi. Kendi elleriyle ördüğü sepetler, onun hayal gücünün birer meyvesiydi adeta. Büyük, küçük, kulplu, kulpsuz… Hepsinin farklı bir hikâyesi vardı. Bu hikâyeler, sadece onun maharetli ellerinde değil, sepetlerin dokusunda da saklıydı.
İsmet Amca, sepetlerini bir sanatçı gibi örerdi. İncecik çubukları seçerken bile düşünceliydi. “Bu çubuk yağmura dayanır" derdi bazen, “bu ise zeytinin tuzuna.” Bir çubuğu eğip bükerek ona can verirken, eski günlerin izleri gözlerinde parıldardı.
Karaköy’ün arka sokaklarındaki evinde yaşayan İsmet Amca’nın hayatı, tıpkı sepetlerinin lifleri gibi sabır ve sevgiyle örülüydü. Hasta eşi yatağında güçsüz yatarken, İsmet Amca hem ona hem sepetlerine aynı özenle bakardı. “Ben eşimi bırakıp bir yere gidemem" derdi sık sık. “O benim yol arkadaşım. Onun yanında olmak da sepet örmek kadar bana iyi geliyor.”
Sepetler, geçmişin sessiz tanıklarıydı. Bir zamanlar onların içine zeytinler bastırılır, nefis pastırma zeytinler hazırlanırdı. Salamura peynirler o sepetlerde kurur, ardından kışlık erzak olarak saklanırdı. İncirler pişer, sabırla bekletilir, lezzetlerini sepetin liflerine emanet ederdi. Bulgur kaynatılır, suyunun süzülmesi için yine sepetlere konurdu. Toprak damların üstünde, güneşte kuruyan bulgurların kokusu, o günlerin hatırası gibiydi.
Ama artık bu sepetler, modern yaşamın tozu dumanı arasında unutulmaya yüz tutmuştu. İsmet Amca ise onları yaşatmaya kararlıydı. Ona göre sepet örmek sadece bir zanaat değil, bir tutkunun ifadesiydi. Her bir sepetin hikâyesini anlatırken, gözleri bir şairin dizeleri, bir ressamın fırça darbeleri kadar canlı olurdu.
Bir gün tezgahında duran bir kadın, eline bir sepet alıp merakla sordu.
“Bu sepetin hikâyesi ne?”
İsmet Amca, sepetin ince liflerini okşayarak gülümsedi. “Bu sepet" dedi, “bir yaz sabahında örüldü. Eşim biraz daha iyi hissediyordu o gün. Onun yatağının yanında oturdum ve çubukları birbirine doladım. Bu sepet sabrın, sevginin ve umutla örülmüş bir sabahın hatırası.”
Kadın, sepeti şefkatle kavrayıp satın aldı. O sepet, belki mutfağında zeytin taşıyacaktı, belki bir köşede unutulacaktı. Ama İsmet Amca için, o sepetin anlamı çok daha büyüktü. İçine sığdırdığı hayatın özüydü.
Sepetler, onun ellerinde sadece birer eşya değildi. Onlar, eski zamanların sıcaklığını, insan emeğinin güzelliğini ve sabrın yüceliğini anlatan birer şiirdi. İsmet Amca, modern dünyanın unuttuğu bir sanatı yaşatıyor, çubukların arasına sadece geçmişin hatıralarını değil, geleceğe umut tohumları da işliyordu.
Bugün Datça pazarında İsmet amcayı aradı gözlerim.
Yoktu.
Sordum, soruşturdum.
"Sağlığı iyi ama gelemedi. Eşini bugün bırakamadı" dediler.
Sepet sepet şifa yolladım.