15 Ocak 1902’de Selanik’te doğdu. Annesi Celile, nefes kesici güzellikte, iyi eğitimli, kültürlü, Fransızca’yı iyi konuşan ve döneminin ilk kadın ressamlarındandır. Babası Hikmet, Dışişlerinde memurluk ve elçilik yapmıştır. Dedesi Vali Hikmet bey ise, özgürlükçü düşünce ve şiire meraklıdır, bu nedenle sıkça şiirlerin okunduğu, fikirlerin tartışıldığı davetler düzenler. Nâzım, bu davetlerden esinlenerek bir gün “yangın” adında bir şiir yazar ve ailesi çok beğenir, o günden sonra Nazım, şiir yazmayı hiç bırakmaz. Hikmet ve Celile 1916 yılında aralarındaki şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanırlar. Celile, çocuklarıyla birlikte Heybeliada’da yaşamaya başlar. Nazım, burda bulunan Bahriye Mektebi’ne gider. Mektepte Yahya Kemal (Beyatlı), tarih ve şiir dersleri vermektedir. Nazım, öğretmeni Yahya Kemal’e “kedi” adlı bir şiir yazıp götürür, şiir Yahya Kemal’in ilgisi çeker, ertesi gün şiire konu olan kediyi okula getirmesini ister. Yahya Kemal, kediyi gördüğü anda bu çelimsiz kediyi bu kadar güzel anlatabildiğine göre senden iyi bir şair olacak der. Nazım’a şiir konusunda özel dersler vermeye başlar, bu arada annesi Celile ile tanışır, derslerin bitiminde uzun uzun sohbete koyululurlar. Bu uzun sohbetlerden bir aşk filizlenir Yahya Kemal ve Celile arasında. Filizlenen aşk herkes tarafından duyulmuş ve adada dedikodular tahammül edilemeyecek hale gelmiştir.
Nazım Hikmet, Yahya Kemal’in özel ders için yine eve geldiği bir gün, Yahya Kemal’in siyah pardösüsünün cebine üzerinde şu sözlerin yazılı olduğu bir not bırakır; “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz,”
Bu notunda etkisi ile Yahya Kemal, Celile’yle evlenmeye cesaret edemez, Celile’de bir süreliğine yurt dışına gider.
Nazım Hikmet, 1919’da Bahriye Mektebini bitirdi ve Hamidiye kruvazörüne stajyer güverte subayı olarak atandı.
Millet ve Vatan aşkıyla dolu genç bir subay olan Nazım Hikmet,
İstanbul’un işgal edilmesiyle birlikte sokaklarda dolaşan düşman askerlerini görünce deliye dönüyor, Türk gençliğini direnmeye çağıran şiirler yazıyordu.
Mustafa Kemal’in, Anadolu’da olduğunu duyunca, arkadaşları ile birlikte Milli Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçti. Mustafa Kemal’in huzuruna çıktı Mustafa Kemal, onlara Milli Mücadele’ye destek veren şiirler yazmalarını öğütledi ve Cepheye göndermedi.
Nazım Hikmet, Atatürk’e hayrandı ve Kuvayi Milliye Destanında Atatürk’ten
“Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.”
böyle bahsetmişti. Bolu’ya öğretmen olarak atandı. Ortamın çok tutucu olmasından rahatsızdı. Sovyet Devrimi ilgisini çekiyordu. Moskova’ya gitti Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV ) ekonomi politik okudu. Bitirince 1924 yılında Türkiye’ye döndü. İstanbul’da gazete, dergi ve stüdyolarda çalıştı.
1930 yılında dillere destan en büyük aşkı Piraye ile tanıştı.
Piraye, 2 çocuk sahibi eşinden boşanmış bir kadındır. Nazım Hikmet’in ailesi istemesede 1935 yılında kimseye haber vermeden evlenirler fakat Nazım Hikmet’in yazmış olduğu ‘Gece Gelen Telgraf’ isimli kitap için toplatma kararı çıkartılır. Ardından ise Nazım tutuklanır.
Nazım tutuklanmadan polis tarafından arandığı o günlede Piraye’yi çok özlüyor ve onu görebilmek için arkadaşları ile Pirare’ye haber gönderiyor. Piraye, Gülhane parkına geldiğinde ise her yer polis kaynamaktadır. Nazım, polislere görünmemek için meşhur ceviz ağacına tırmanıyor, Nazım ağacın tepesindeyken o an aklına gelen;
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda
Budak budak serham serham ihtiyar bir ceviz
Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda”
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
Ünlü Şiirini yazar.
Siyasi görüşleri nedeniyle tutuklanan Nazım Hikmet, Bursa cezaevinde yatar bu esnada Piraye’yi hiç mektupsuz bırakmaz, Piraye’ye olan aşkını, özlemini, kavuşulacağı günü ve hatta ayrılmak istediğini yazar.
Çünkü Nazım Hikmet, Bursa cezaevinde yatarken dayısının kızı Münevver Berk bir kaç kere ziyaretine geliyor. Kendisinden 16 yaş küçük, kumral, yeşil gözlü bu kadına aşık oluyor…
Ve af çıkması umuduyla Münevver’e mektuplar yazmaya başlıyor;
Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
sen büyük, güzel ve muzaffer
ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin…”
evli olan Münevverin boşanmasını istiyor fakat beklenilen af çıkmayınca, Münevver kocasından ayrılmaktan vazgeçiyor.
Nazım Hikmet, tüm pişmanlık ve acısıyla biricik aşkı Piraye’ye;
“Pirayem Kızıl saçlı bacım benim,
Seni arkadan bıçakladım. Bir damlası benim damarlarımdaki bütün kana bedel kanınla boyandı ellerim. Yeryüzündeki hiçbir insan hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana “Gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim öyleyim işte. Fakat gel. Oğlumuz Memet’in başı için gel……..
Piraye aşkından ölse de artık Nazım Hikmet’e dönmeyecektir.
Nazım Hikmet, Bursa Cezaevinde yatarken, cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı’ndan bir müfettiş gelir.
Bir kaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre:
“Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir?” der.
Nazım’ı odaya getirirler.
Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım’ı tepeden tırnağa süzer;
“Demek Nazım Hikmet sensin” der.
Nazım’a oturması için yer göstermez.
Kısa bir konuşma sonrası “Gidebilirsiniz” der.
Nazım, tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe:
“Ömer Hayyam adını duydunuz mu?” diye sorar.
Müfettiş hemen atılır:
“Kim bilmez ki Hayyam’ı”
Nazım:
“Peki Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?” diye sorar.
Müfettiş şaşırır.
Nazım,”Görüyorsunuz, sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanını ve sizi kimse anımsamayacak” der ve çıkar.
Nazım Hikmet’in annesi Celile, 1938’de o dönem milletvekili olan Yahya Kemal’e oğlu için bir mektup yazar.Siyasi görüşü nedeniyle tutuklu bulunan Nazım Hikmet için yardım ister, fakat bu mektuba Yahya Kemal hiçbir zaman dönüş yapmamış daha önce olduğu gibi eski aşkını yine yüzüstü bırakmıştır. 1950 yılında Celile Hanım, hapiste olan oğlu için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlamış ve oğlu İçin imza toplamaktadır, Yahya Kemal de onu görmüş fakat görmemezlikten gelmiştir.
1950’de DP’nin(Demokrat Partinin) af kanunuyla Nâzım Hikmet özgürlüğüne kavuşur ve Hapisten çıkar, çıkarken onu Münevver Berk karşılar ve kısa süre içinde Münevver’le evlenir. 1951’de oğulları Mehmet dünyaya gelir. Oğlu Mehmet, tıpkı Nazım’ın kopyası gibidir. Mavi gözlü, sarı saçlı, gürbüz bir oğlandır.
Nazım, sürekli izlendiği ve çürüğe ayrıldığı halde 48 yaşında yeniden askerlik yapmaya çağrılır ve öldürüleceği yolundaki duyumlar üzerine yurtdışına kaçar. Moskova da eşi Vera Tulyakova (Hikmet) ile yaşayamaya başlar. 17 Haziran 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından Türk Vatandaşlığından çıkartılır.
Memleket dışında geçirdiği yıllarda Bulgaristan, Macaristan, Fransa, Küba, Mısır gibi Dünya ülkelerini dolaştı, buralarda konferanslar düzenledi, savaş ve emperyalizm karşıtı eylemlere katıldı.
3 Haziran 1963 sabahı saat 06:30’da evinin kapısında geçirdiği kalp krizi sonucunda öldü. Ölümü üzerine Sovyet Yazarlar Birliği salonunda yapılan törene yerli yabancı yüzlerce sanatçı iştirak etmiş ve tören siyah beyaz olarak basın tarafından kaydedilmiştir. Nazım Hikmet, Moskova’da Ünlü Novodeviçi Mezarlığı’na gömülmüştür. Mezar taşı siyah bir granitten olup meşhur şiirlerinden biri olan “rüzgâra karşı yürüyen adam” figürü taş üzerinde ebedileştirilmiştir.
2006 yılında Bakanlar Kurulunun Türk vatandaşlığından çıkarılmalar ile ilgili yeni bir düzenleme yapması gündeme gelmiş, Bakanlar Kurulu’nca oylanarak, Nâzım Hikmet Ran, 58 yıl sonra yeniden Türk vatandaşı oldu.
UNESCO, Nazım Hikmet’in 100. doğum yılı olan 2002’yi “Nazım Hikmet Yılı” olarak kabul etti ve dünya genelinde kutlamalar yapıldı.
Romantik Devrimcimiz, Mavi Gözlü Devimiz, Nazım’ımız 120 yaşında.
Nazım Hikmet Memleketine, biz Nazım Hikmet’e Hasretiz.
“NAZIM’A HASRET
Nazım Hikmet, Nazım Hikmet
Şahdamarı şiirimizin
Sen gideli beri
Güneşin etrafında elli yedi kere döndü dünya
Ama bizim gönlümüzde
Hala aynı insanlık rüyası,
Aynı kavga
Aynı hülya
Nazım Hikmet, Nazım Hikmet
Şahdamarı şiirimizin,
Merak edersin elbet
Bunca yıldan sonra
Nasıldır diye memleket
Yani bu cehennem, bu cennet
Sen gideli beri,
Daha da semirdi kanımızı emenler,
Günümüzü geceye çevirenler
Sömürgenler, sürüngenler, kemirgenler
Ama umut tükenmedi
Yaktığın meşale,
Sönmedi
Milyonlarca evladın sana hasret
Ve şiirlerinle çınlıyor artık memleket
Nazım Hikmet, Nazım Hikmet
Şahdamarı şiirimizin
Sen gideli beri
Aynı insanlık kavgası,
Aynı karanlık, aynı aydınlık
Aynı zindan, aynı hasret, aynı ayrılık
Değişen sadece şekil;
Otomobil, televizyon, eşya, giysi, kap kacak
Ama senin gür sesin,
Senin o namuslu sesin
Hiç susmadı
Hiç susmayacak
Nazım Hikmet, Nazım Hikmet
Sen memlekete vurgun
Memleket sana hasret
ZÜLFÜ LİVANELİ”