“Bugün bayram, erken kalkın çocuklar" derdi Barış Manço’nun titrek ama yüreğe işleyen sesi. Biz de kalkardık. Hem de sevinçle, telaşla, gözümüzü bile ovuşturmadan. Bayram sabahları ayrı bir ışıltıyla doğardı güneş. O günün sabahı, diğer sabahlara benzemezdi. Çünkü o sabah, çocuk kalbimizin en derin köşesine bayramın sevincini ekerdi.
Üzerimize en güzel giysilerimizi geçirirdik. Henüz mavi kotlar, rengarenk tişörtler kapımızı çalmamıştı. Pamuklu gömleklerimiz, dizleri yamalı ama tertemiz kumaş pantolonlarımız ve burunları pençeli, ama sevgiyle cilalanmış deri kunduralarımız vardı. O yamalı hallerimizle bile “iki dirhem bir çekirdek” dolaşırdık sokaklarda.
Anneler, günler öncesinden başlardı bayrama hazırlığa. Her evde mendil stoklanırdı, içine özenle katlanmış kağıt paralar yerleştirilirdi. O mendiller, yalnızca çocuklara aitti. Sadece bayramda, sadece o sabah, sadece o an için. Ev ev dolaşırdık. Her girdiğimiz kapıda büyüklerin elini öper, alnımızı ellerine koyardık. “El öpenin çok olsun" derlerdi içtenlikle. Mendili uzatırken, içindeki parayı gizlerlerdi. Çünkü her şey, gösterişsizdi. Gerçekti. Samimiydi.
Şimdi ne kaldı geriye? Cumhur’un başı, kameralar önünde, çocuklara para uzatıyor gösterişli el hareketleriyle. Yanındakiler böbürlenerek alkış tutuyor. Biz oysa, paraya bile bakmaz, utana sıkıla cebimize koyardık mendili.
Mahalle aralarına kurulan bayram yerleri vardı bir de. Dönme dolaplar, atlı karıncalar, salıncaklar. Elimize geçen parayla koşar, iki tur beygire binmenin sevinciyle göğe uzanırdık. Attan inenin omuzları kabarırdı. Renk renk macunlar vardı, çubuğa dolanırken bile direnen… Pamuk helvalar bir solukta biterdi. Muhallebi süt gibi kokar, dondurma gerçek kaymaktan olurdu.
Henüz “cola” nedir bilmezdik. Gazoz içer, ağzımızda kalan tatla göğe bakardık. Ve bir de turşu suyu, acı ama bayram gibi hatırlarda kalan.
Şimdi ne bayram yerleri var kentlerde, ne o tatlar. Ne şekerin eski tadı kaldı, ne muhallebinin masumluğu. Beton, çocukların neşesini de yuttu.
Biz misket alırdık bayram parasıyla. Cam bilyeleri tokuşturur, kazanan misket zengini, kaybeden mahzun olurdu. Geceleri maytap yakardık, ellerimizle yıldız çizerdik göğe. Kardeşlik derlerdi bize, ama elimizde mantar tabancalarıyla koşardık birbirimizin ardından. Belki de o günlerde atıldı bu hoyratlığın ilk tohumları. Belki de o yüzden büyüyünce çoğumuz savaşa methiye düzer oldu. Bilmeden, anlamadan figüranı olduk silah tüccarlarının.
Zamanla her şey yozlaştı. Sevgi, saygı, bayramlar. Her yeni bayramda biraz daha azalsın derken dargınlıklar, aksine çoğaldı küskünlükler, kırgınlıklar. Ülke parça parça.
Edip Cansever'in mısralarındaki gibi.
"Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket"
Şimdi bizim kuşak, iç çekiyor. “Ah" diyor, “nerede o eski günler?”
Nerede o çocuk yüzlü bayramlar?
Şimdi ülkede zulüm var, şiddet var, adaletsizlik ve yoksulluk var.
Eskiden de vardı ama bu kadar aymaz, bu kadar soysuz, bu kadar vahşi değildi.
O bayramlar artık yalnızca hatıralarda yaşıyor, tozlu bir sandığın içinde, açıldıkça hüzün kokan bir zamanın parçası olarak.
Yine de herkese iyi bayramlar.