Yıl 1831'di.
Kolera mikrobu Avrupa'yı işgal etmişti.
Paris sokaklarında ölüm kol geziyordu.
Binlerce insan hayatını kaybediyor, binlercesi de can çekişiyordu.
Hastalık özellik yoksul hak kesimlerini vurmuştu.
Onlar ne ilaç bulabiliyor, ne de hastanelerde tedavi olabiliyordu.
Zenginler devletin her imkanından yararlanırken, yoksullar ölüme terkediliyordu.
Bu adaletsizlik nedeniyle özellikle varoşlarda bir sorunun cevabını aranıyordu.
"Neden bu hastalıkta zenginler yaşarken, daha çik yoksullar ölüyordu?"
İşte böyle bir ortamda bir söylenti kulaktan kulağa yayıldı.
"Zenginler yoksulların ölmesi için şaraplara zehir koydu."
Çaresizlik içinde yaşama tutunmaya çalışan yoksullar kesimler bu söylentiye inandılar.
Ve bir sabah Paris'i yakıp yıktılar.
Tüm şarap fabrikalarını basıp, binlerce fıçı şarabı Sen nehrine döktüler.
Olaylar günlerce sürdü.
Yoksulların isyanı sonunda iktidarı ve onu destekleyen zenginleri hizaya getirdi.
Hükümet yoksul mahallere ilaç yardımı yaparak ve ağır hastalara hastaneleri açarak isyanı bastırabildi.
× × ×
Günümüz dünyasında koronavirüsü tüm ülkeleri sarmış durumda.
Hastalık yüzbinlere bulaştı.
Ölü sayısı her geçen gün artıyor.
Ölenler çoğunlukla sıradan, orta kesimden, yoksul insanlar.
Kapitalist ülkeler hakları korkuyla terbiye etmeye çalışıyor.
Yaşlılar kaderine terkedildi bazı ülkelerde.
Özel hastaneler parası olana hizmet veriyor.
Bu virüste en gerekli oksiyen cihazları bile parası olana.
Ve özellikle test kitleri.
Zengin kesim basıp parayı test kitlerine ulaşırken, yoksullara evden çıkma deniliyor.
Söylenene göre Türkiye henüz salgının ilk evresinde.
Gelecek günler ne gösterir belirsiz.
Ancak ülkemizde de yeterli test kiti olmadığı bir gerçek.
Dünya adeta can pazarı.
Zenginlerin desteğiyle ülkeleri yönetenlerin 1831'de Paris'te yaşananları hatırlaması gerekiyor.
Çünkü can pazarında bir lokma kuru ekmek bile kapanın elinde kalır.