Datça’nın sözlü tarihini yazıya dökerek çok ama çok değerli çalışmalar yapan Yusuf Ziya Özalp, son günlerdeki Knidos Aslanı ile ilgili paylaşımlarında Knidos Deveboynu Deniz Feneri’ne değindi ve bir yorumunda bana seslenerek, “Datça deniz fenerlerinin tarihini de yazmak lazım. Sen de bu işlere meraklısın, bir karıştırsana eski defterleri” dedi.
Dedim “estağfurallah abi, sen varken o iş beni aşar.”
Ama bilgi paylaşınca çoğalır değil mi?
O zaman bildiklerimizi paylaşmak gerekiyor.
Knidos Deveboynu Deniz Feneri 1931 yılında inşa edilmiş.
6 odalı bir bina.
Yaklaşık 40 yıl gazla aydınlatmış Ege’yi ve Akdeniz’i.
1972 yılında tüp kullanılmaya başlanmış.
Şimdi güneş enerjisiyle çalışıyor.
Fener her 15 saniyede iki kez çakarmış.
950 mumluk bir ışık saçarmış.
Derler ki, ışığı Bodrum Kırlar’dan bile görünür.
Peki su sorunu nasıl çözülmüş?
İşte o çok ilginç.
Fenerin ilk bekçisi Veli Bora’nın oğlu rahmetli Birol Bora’nın Datça’nın Evliya Çelebisi Muzaffer Özgen’e anlattıklarına hayran kalmamak elde değil.
Feneri yapanlar su sorununu çözmek için bir sarnıç inşa etmişler.
Yağmur suyu keçeden süzülerek sarnıç dolarmış.
En kurak mevsimlerde bile yazları buz gibi su olurmuş.
İnsan düşünmeden edemiyor.
Arkeologlar, Knidos’un en parlak yıllarında 40 bine yakın insanın yaşadığını söylüyor.
Bu 40 bin insan demek ki gerekli olan suyu sarnıçlarda topluyordu.
Bugün Datça’nın kayıtlı nüfusu yaklaşık 25 bin ve su yetmiyor.
Elbette eski çağlarda insanlar bugünkü gibi su tüketmiyordu.
Ama sarnıçlar 40 bin kişiye yetecek suyu toplayabiliyordu.
Bugün yarımadayı gezerken o sarnıçların çoğunu görebilirsiniz.
Kimi keçi ağılı olmuş, kimi çöplük, kimi harabe.
O sarnıçlara bakarken, geçmişe ihanetin belgelerini görürsünüz.
Ziya abi gördün mü bak, yaramızı kaşıdık yine.
Neyse söz deniz fenerinden açılmışken, yine Knidos ile bağlantılı bir deniz fenerinden daha söz edelim.
Biliyorsunuz Dünya’nın yedi harikasından biri İskenderiye Deniz Feneri’ydi.
MÖ.280’te yapılmıştı.
Mimarı Sostratus’tu.
Tabanı 340X340 metre ölçülerinde, yüksekliği 140 metreye yakındı. Khufu ve Kefren Büyük Piramitlerinden sonra antik dünyanın en yüksek binasıydı
Dört kattan oluşuyordu.
Adeta bir sanat galerisi, bir müze gibiydi.
Etrafı heykellerle doluydu. Heykellerden birinin eli sürekli güneşi gösteriyor, diğeri açık denizde düşmanı işaret ediyordu. Bir diğeri saatleri belirlemek için müzik çalan mekanik bir figürdü
En üstte de muhteşem bir Poseidon heykeli vardı.
Fener yüksek ateşle ışık saçıyor ve bronzdan yapılmış bir ayna ile ışık 54 kilometre uzaktaki gemilere kadar ulaşabiliyordu.
Adını üzerinde bulunduğu Pharos Adası’ndan alıyordu
Bugün bile Fransızca'da, "Phare", İspanyolca "Fare", Portekizce "Farol" sözcükleri deniz feneri anlamına geliyor
Bizim dilimize geçen "Far", “Fener” sözcüklerinin de kaynağı.
Kral II.Philadelphus bu muhteşem yapıya sadece kendi adının yazılmasını istemişti.
Mimar Sostratus kralın adını bir levhaya yazdırıp, eserine koymuştu.
Ama aylar sonra kralın ismi silinip bir isim çıkmıştı ortaya.
“Denizdekileri koruyan tanrılara Knidoslu Dexiphanes'in oğlu Sostratus’un armağanıdır.”
Bu yeni yazıyı görenler şaşkına dönmüştü
Çok sıkı bir şekilde korunan İskenderiye Fener’ine bu yazıyı kim, nasıl koymuştu?
Antik tarihçi Lucian’a göre olayın gerçeği şöyleydi.
“Knidoslu Sostratus, eserini bitirdikten sonra bu yazıyı yazıyor ama üstünü alçı ile kapatıyor. Bir süre sonra rüzgar ve deniz suyunun etkisiyle alçı dökülüyor ve kralın isminden daha büyük olan bu yazıt ortaya çıkıyor.”
İskenderiye Feneri MS 796, 1100 ve 1326'daki şiddetli depremlerle büyük hasar gördü ve kalan taşlar 1480’de Memlüklerin Sultanı Eşref tarafından Pharos'un üzerine yapılan kalede kullandırıldı.
Tıpkı bizim Knidos Amfi Tiyatronun mermerlerini Dolmabahçe Sarayı’nın yapımında kullandığımız gibi.
Knidoslu mimar, mühendis Sostratus’un bu eseri dünya mimarlık tarihine adını yazdırmış bir başyapıt.
Sırları hala tam olarak çözülebilmiş değil.
Sostratus’un bir çok mimarlık harikası eseri var.
Knidos’taki Dor düzenindeki Stao’da da (ticaret merkezi) onun imzası olduğu biliniyor.
Sostratus yaklaşık 2300 yıl önce yaşadı.
Babası Dexiphanes gibi Datça’lıydı.
Eserleriyle iz bıraktı.
Soru şu.
“Bu topraklarda yaşamış, yaşadığı çağa eserleriyle imzasını bırakmış böylesine önemli bir isim bugün bu topraklarda neden tanınmıyor?”
Yazıyı Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın mısralarıyla tamamlayalım.
“Uzanmış koca burun açık denize doğru,
Lacivert ve gri gecenin değerinde.
Karanlıkla başlar bir dünya sevgisi,
Deniz feneri parlar,
Talihe aldırmadan kayalar üzerinde.”