Cumhurun başı atanmış bakanına talimat verdi.
"Seçilmiş CHP'li belediyeleri silkele!"
"Silkelemek" çok anlam taşır.
Mesela bizim köy bu sabah yağmurun ince ince çiselediği, havanın nazlandığı bir güne uyandı.
Tepeye çıkan patikalardan sesler geliyor. köylüler ellerinde uzun sırıklarla zeytin ağaçlarının altında. Yağmur ve toprak kokusu, zeytin dallarının gıcırdayan sesine karışıyor. Bugün "silkeleme" günü.
Zeytin ağaçlarının en altında, yaşına rağmen dimdik duran bir kadın, köyün en yaşlı ninesi, elindeki sırıkla dallara vuruyordu. Her vuruşta dallardan yere zeytinler dökülüyor, yanındaki çarşafın üzerine yuvarlanıyordu. Yorulmuş olacak ki bir süre durdu, sırığını toprağa dayadı ve bir mola verdi. Yanına yaklaşarak, “Kolay gelsin, nine” dedim.
Yaşlı kadın hafif bir tebessümle başını kaldırdı. Yorgun ama bilge bakışlarla baktı. “Sağ ol, evlat,” dedi, “Dur sana bir yaşanmışlık anlatayım. Bu zeytinleri silkelerken hep aklıma gelir.”
Oturduğumuz taşın üzerine yerleşirken derin bir nefes aldı ve söze başladı:
“Vakti zamanında bizim köyün yukarısında büyük, asırlık bir zeytin ağacı varmış. Öyle sıradan bir ağaç değil, Nuh’un gemisinden kalma derler. Koca gövdesiyle yerle gök arasında bir köprü gibiymiş. Dalları göğe uzanır, kökleri yerin dibine inermiş. Kimse o ağacın zeytinine ulaşamazmış. Biraz korku, biraz da saygıdan. Ama bizim köyün delikanlılarından Ali, gözünü karartmış bir gün. ‘Bu ağacın zeytininden köyün en iyi yağını çıkaracağım,’ demiş. Ama nasıl yapacağını bir türlü bulamıyormuş. Koca ağaca baktıkça içi daralır, yapamayacağını düşündükçe daha da sıkılırmış.
Bir gece, bir rüya görmüş Ali. Rüyasında yaşlı bir ermiş gelmiş ona. Gözleri derin bir bilgelikle bakıyormuş. Ermiş, Ali’ye demiş ki: ‘Evlat, zeytinlere ulaşmak istiyorsan sadece ağacı değil, kendi içindekileri de silkele. Korkularını, yüklerini, kararsızlıklarını. Hepsini silk. Ağaçtan düşenler sana rehberlik edecek.’
Ertesi sabah Ali erkenden kalkmış, ağacın altına gitmiş. Sözde kolay gibi görünen bu nasihati uygulamaya koyulmuş. Varmış ağacın gövdesine, başlamış var gücüyle silkelemeye. Ama ilk başta sadece birkaç yaprak düşmüş yere. Ali’nin canı sıkılmış, yorulmuş, hatta biraz da sinirlenmiş. Tam vazgeçecekken ermişin sözlerini hatırlamış.
‘Korkularını silkele, yüklerini savur.’
O anda anlamış Ali. Ağaçtan düşen zeytinlerin sadece dışındaki yükler olmadığını. İçindekileri de silkmesi gerektiğini. Yeniden başlamış. Bu kez sadece ağacı değil, içindeki tereddütleri, korkuları, geçmişin ağırlığını da silkmiş. Dallardan zeytinlerle birlikte kurumuş yapraklar, yosun tutmuş kabuklar, hatta eski bir kuş yuvası bile düşmüş. Ali hafiflemiş, rahatlamış. O gün anlamış ki sadece ağacı değil, kendi içini de silkelediğinde asıl cevhere ulaşıyor insan.”
Nine burada sustu. Elini dizine koyup uzaklara baktı. Yağmur biraz hızlanmıştı ama kimse eve dönmeye niyetli değildi. Kadıncağız bir bardak su içti, sonra sözü bağladı:
O günden sonra bu köyde kim ne zaman bir çıkmaza düşse, önce kendi ağacını silkelemeyi hatırlar. Kimi aklındaki korkuları, kimi ertelediği hayalleri silkeler. Çünkü silkelenen her şey, altında sakladığı cevheri ortaya çıkarır.”
Nine bunları söylerken gözlerinde bir parıltı vardı. Onun anlattıklarıyla zeytinlerin, silkelemenin anlamı değişmişti. Artık sadece bir ağaçtan zeytin dökmek değil, insanın kendi içini temizleme vaktiydi. Yaşamın üzerimize bindirdiği yükleri, korkuları, adaletsizlikleri, çaresizlikleri silkme vakti.
Bugünler “silkeleme” günleri. Zeytin ağaçları kadar, insanların içindeki korkuları da silkeleme vakti. Ve kim bilir, belki bir gün hep birlikte, zamları, baskıları, yoksulluğu, adaletsizliği, yolsuzluğu da silkeleriz.
Çünkü hayat bazen sadece bir sırık alıp ağaca vurmak kadar basit olabilir.
İyi pazarlar.