Gazetecilik, gücün doğasını sorgulayan, yolsuzlukları açığa çıkaran ve halkın gerçekleri öğrenmesini sağlayan bir meslek olarak demokratik toplumların temel taşlarından biri.
Ancak tam da bu rolü nedeniyle, gazeteciler tarih boyunca otoriter ve baskıcı rejimlerin hedefi oldu. İktidarların gazetecilerden korkmasının temel sebebi, halkı bilgilendirme gücünün, halkı yönlendirme gücünden daha büyük bir tehdit oluşturması.
İktidarlar, kendi çıkarlarına ters düşen gerçeklerin ortaya çıkmasını istemez. Gazeteciler, yolsuzluk, insan hakları ihlalleri veya savaş suçları gibi konuları gündeme taşıdığında, bu bilgiler halkın tepkisini doğurabilir ve iktidarın meşruiyetini zedeleyebilir.
Gazeteciler, geniş kitleleri etkileyebilme gücüne sahip. Bu güç, propaganda araçlarını kontrol etmek isteyen otoriter rejimler için ciddi bir tehdit. Bağımsız medya, iktidarın manipülasyon çabalarını boşa çıkarabilir. Eleştirel gazetecilik, muhalif grupları bir araya getirebilir ve iktidarın gücünü tehdit edebilir. İşte bu durum, gazetecilere yönelik baskının en önemli nedeni.
Baskıcı iktidarlar tarih boyunca gazetecileri susturmak için çeşitli yöntemler kullandı. Belki kısa bir süre başarılı oldular ama sonunda kazanan yine hakikat oldu.
Tarih, ne kadar baskı uygulanırsa uygulansın, gerçeğin er ya da geç ortaya çıkacağını göstermekte. Gazetecilerin cesareti ve direnişi, demokrasi ve insan hakları için vazgeçilmez bir gerçek. İktidarların gazetecilerden korkusu, bu mesleğin ne denli güçlü ve etkili olduğunun en somut kanıtı.
Bu gerçeği belki de en iyi anlatan Sabahattin Ali'nin şu sözleri.
"Ey cılız bir kalemden dile gelen hakikat. Sen devleri bile korkutacak kadar mı korkunçsun."
Namus erbabı gazeteciler birer Sisifos'tur ve en ağır cezalara rağmen Zeus'lara biat etmezler.