Ağustos sıcağıydı.
Öğle saatleri.
Güneşin altında pişen Eski Datça evlerinin taş cepheleri ısıyı her saat artırıyordu.
Nem de öyle.
O gün bir hayli turist doluydu sokaklar.
Çoğunluk İstanbul ve Ankara'dan.
Genelde okumuş insanlar.
Sabahtan beri müşteri ile ilgilenmiş, iyi hasılat elde etmişti.
Öyle bir yoğunluk olmuştu ki, öğle yemeğini ayakta bir tostla idare etmek zorunda kalmıştı.
Bir an rahatlayınca işlek caddedeki dükkanının önündeki bir gölgeliğe sandalyesini attı.
Orta şekerli kahvenin yanında Bitlis tütününden sarma sigarasını yaktı.
Sokaklardaki insanların hemen hepsinin elinde cep telefonu vardı.
Kimi selfi çekiyor, kimi canlı yayın yapıyor, kimi de konuşuyordu.
Gelen gideni izlerken, bir turist yaklaştı.
"Can Dündar'ın evi nerede acaba?"
Şaşırdı.
"Can Dündar'ın burada bir evi var da, ben mi bilmiyorum" diye düşündü önce.
Ama sonra olayı anladı.
"Can Yücel'in evi demek istiyorsunuz herhalde?"
"Evet" dedi turist mahçup bir ifadeyle.
Tarif etti.
Kısa bir süre sonra bir başka turist sormaz mı?
"Uğur Yücel'in evini arıyorum, yardımcı olur musunuz?"
Bu kez şaşırmadı.
Gülümser bir ifadeyle "Can Yücel'in evini arıyorsunuz sanıyorum."
O turist de mahçup bir şekilde başını salladı.
Ona da tarif etti.
Turist daha köşeyi dönmeden 3 tane başörtülü kadın belirdi karşısında.
Sıkılgan ve ürkekçe sordu birisi.
"Pardon biz Can Yücel'in türbesini arıyorduk, yardımcı olur musunuz?"
"Hoppala" dedi içinden.
"Can Yücel ve türbe!"
Gülmek istedi, gülemedi.
Kızsa kadınları kıracak,
"Bilmiyorum" dese hem turiste ayıp, hem kendisine yakıştıramaz.
"Can Yücel'in türbesi yok" dedi, "evi var, görmek istiyorsanız ileride soldaki ilk sokağa girin."
Kadınlar gidince derin bir off çekti, "tanrım ne günlere kaldık" dedi, kendi kendine.
Sonra baktı ki, bu işin sonu yok.
Önüne gelen, önüne gelene adres soruyor.
Uğur Dündar'ın evini bile soran var.
Sinirlenmemek elde değil.
Sandalyeyi kaptığı gibi dükkanına geri girdi.
Dışarıda oturup bir yığın yanlış ismin doğru adresini tarif etmektense, içeride sıcağa katlanmak daha iyiydi.
*. *. *
Akşam serinliğinde dükkanı kardeşine bırakıp kahveye gitti.
Bir grup arkadaşına yaşadıklarını anlattı.
Güldüler.
"Aslında gülmek yerine düşünmemiz lazım" dedi, "toplum Can Yücel'i maalesef iyi tanımıyor.Çoğunluk sosyal medya paylaşımlarından sahte gerçek şiirlerinden adını biliyor.Felsefesinden, dünya görüşünden haberleri yok. Bizim Datça'da yaşayanlar olarak Can Yücel'i daha iyi tanıtmamız gerekmiyor mu?"
Masada bir gürültü koptu.
Yüksek sesle itiraz edenler oldu.
"Böyle bir misyonumuz yok. Can Yücel'i daha fazla tanıtıp, Datça'ya daha çok insanın yerleşmesine mi neden olacağız. Burası yeteri kadar doldu zaten. Tanıyanlar bize yeter, fazlasına gerek yok!" dediler.
Çayından bir yudum, sigarasından bir duman aldı.
Kalktı evine doğru yola çıktı.
Yürürken aklından geçen soru şuydu.
"Ne olacak bu memleketin hali?