Bugün, bir pazar sabahı Ankara kar altındayken suikaste kurban giden Araştırmacı, Gazeteci, Devrimci ve Yurtsever Uğur Mumcu’nun ölümünün 29. yıl dönümü.
Ölümünün üzerinden tam 29 yıl geçmesine rağmen ülkede pek çok şey değişse de gazeteciliğin ve gazetecilerin kaderi hiç değişmedi.
Yolsuzluğun, yoksulluğun, yasakların, liyakatsizliğin, riyakarlığın alıp başını gittiği günümüzde değişmeyen tek şey gerçeğin peşindeki gazetecilerin kaderi oldu. Bunun en yakın örneği Gazeteci ve Sunucu Sedef Kabaş’ın gece yarısı gözaltına alınarak, kaçma şüphesiyle! tutuklanmasıdır.
Uğur Mumcu, gerçeğe âşık, cesur bir gazeteciydi. Gerçeği, en ince noktasına kadar araştırarak ve belgelere dayanarak, cesurca yazar, olabilecekleri de önceden öngörürdü.
Tıpkı kendisinin öldürüleceğini öngördüğü gibi... Suikastten üç gün önce yine o dönemde Cumhuriyet’te yazan İlhan Selçuk’a, “Ağabey, seni ve beni öldürecekler.” demişti. Yani başına geleceklerden haberdardı.
Buna rağmen ödün vermeden, korkusuzca ve inatla gerçeklerin üstüne gitti, gerçeklerin üzerinin örtülmemesi için hayatı pahasına mücadele etti.
Ona göre; “Cesur bir kez, korkak bin kez ölür!” dü.
Ülkenin en karanlık günlerinin yaşandığı yıllarda bir gün Ankara Emniyeti, Uğur Mumcu’yu, Emin Çölaşan’ı, Bekir Coşkun’u, Kurthan Fişek’i çağırır. Hayatınız tehlikede deyip ellerine birer silah verir. Hep birlikte sorarlar; “ Ne yapacağız biz bu tabancaları, tutmasını, kullanmasını bilmeyiz etmeyiz, nasıl kullanacağız?” diye.
Polisler, biz öğreteceğiz der ve onları alıp poligona götürür, atış talimi yaptırırlar.
Poligomdan çıkarken Uğur Mumcu, arkadaşlarına; “Nasıl bir ülkeyiz arkadaş, elin gazetecisine yazı yazması için kalem, mürekkep, daktilo verirler bize tabanca verdiler. Bizim tabancaya değil kalem ve mürekkebe ihtiyacımız var.” der.
Uğur Mumcu o günlerde;
"Ben Atatürkçüyüm....
Ben, Cumhuriyetçiyim...
Ben lâikim...
Ben antiemperyalistim...
Ben tam bağımsız Türkiye'den yanayım...
Ben insan hakları savunucusuyum... Ben, terörün karşısındayım...
Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım...” demişti.
Katıldığı bir programda “Laikliğin tehlikede olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna bugünlere de ışık tutacak şu sözleri söylemişti;
‘’Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar, 30 yıl sonra General olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar.”
Nitekim onun bu müthiş öngörüsü 2016’da gerçekleşti, ve biz ülke olarak 15 Temmuz hain fetö darbesini yaşadık.
Bugün iktidarda olanlar, pek çok şeyin içini boşaltıp çürüttüğü için, gerçekler değersizleşti!
Ülkenin gerçeklerini bilgi ve belgelerle ortaya koyan gazetecileri, casus, vatan haini, terörist, darbeci, yalan, montaj, kurgu diye geçiştirdiler.
Haberi yazan ve yayımlayanlara
Basın İlan Kurumu’nu ve RTÜK’ü sopa olarak kullanarak, sindirmeye çalıştılar. Sonra da “Rabbim de milletim de bizi affetsin.” deyip işin içinden sıyrıldılar.
Ülkeyi adeta aydınlar mezarlığına çeviren o karanlık yıllarda yaşatmadılar Uğur Mumcu’yu da...
Bir pazar sabahı Karlı Sokak’taki evinin önünde park halinde duran arabasına konan bombayla kırdılar kalemini...
Darmadağın oldu 1984 model mavi Renault 06 YR 245 plakalı aracı...
Dönemin Başbakanı Demirel ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü “Cinayeti çözmenin devletin namus borcu” olduğunu söylerken, dönemin Emniyet Müdürü Mehmet Ağar, Güldal Mumcu’ya; “Öyle bir iş ki, bir duvar gibi… Bir tuğla çekersek duvar yıkılır.” demişti.
Gerçektende o tuğlayı çekmeye bugüne kadar kimse cesaret edememiş, pek çok kişinin tuğlanın altında kalacağından korkulmuştur.
Taa ki organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in yayınladığı son videosuna kadar. Peker, videosunda Uğur Mumcu’nun katilinin Mehmet Ağar olduğunu iddia etmiş ve devamındaki beyanlarında; “Uğur Mumcu, görüşüne katılırsınız katılmazsınız. Bence şehittir. Neden öldürüldü? Öldürüldüğü zaman yazdığı yazılara bakın. Terör bölgelerinde uyuşturucu tarlaları olur, satışları olur ve silah ticareti.
Uğur Mumcu şehit ediliyor. Yanına ilk gelen kim, katil en önce gelir Mehmet Ağar. Eşine diyor ki, “Ben buradan bir tuğla çekersem devlet aşağı iner.” Bu meşhur sözdür. Devletin içinde yaşayanlar bunu bilirler. Uğur Mumcu, temiz adam, saf adam, tek başına bir adam." demiştir.
Eşi Güldal Mumcu da Twitter'dan bu cümleye atıfta bulunarak şunları yazmıştı; “Senelerdir Uğur Mumcu cinayetinin aydınlatılması için kim ne biliyorsa anlatsın, işin ucu kime dokunuyorsa dokunsun dedik. Bu görüşümüzü korumaya devam ediyoruz. Çekin tuğlaları yıkılsın duvar altında kim kalırsa kalsın.”
Aradan tam 29 yıl geçmesine rağmen ne o tuğla çekilmiş ne Uğur Mumcu’nun, Hırant Dink’in, ne de Suruç ve Ankara katliamlarının failleri ortaya çıkarılmıştır.
Uğur Mumcu’nun
“Katiller Demokrasisi Hırsızlar Düzeni” adlı kitabında dediği gibi;
“İnsanlara can güvenliği sağlayamamış bir düzene hukuk devleti denilemez. Devrimcilerin faili meçhul cinayetlere kurban gittiği bir düzene demokrasi denilemez. Yolsuzlukların devlet yetkililerini sardığı bir düzene Anayasa düzeni denilemez. Bu, katiller demokrasisidir. Bu, hırsızlar düzenidir.”
“Uğurlar olsun, uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun”
Unutmadık!
Unutturmayacağız!!