Babam bir Kuvâ-yi Milliye üyesiydi, cephede üç yıl savaşmıştı. Okuma- yazmayı öğrenmek içim mahalle mektebine gitsem de iki gün dayanabilmiştim bu mektebe. Annem öğretmişti okuma yazmayı bana, oynadığım bebekleri bile kendi dikerdi o zamanlar oyuncak falan satılmazdı hiç... Mahallenin tüm çocukları bir araya gelir bazen kız - erkek karışık yakartop, saklambaç oynardık, bazen de kız kıza takılır annelerimizin diktiği bez bebeklerle evcilik oynardık, bazen de çamurdan tencere, tava yapar, yemek hazırlardık. Eve döndüğümüzde annem yer sofrasını hazırlamış dumanı tüten bir tencereyle beklerdi bizi...
O dönemin şanslı çocuklarından sayılırdım, annem okumasını bildiği için gece uyumadan önce bana kitap okur, ben de hayallere dalar giderdim.
1930’lu yılların çocuğuydum ben. Cumhuriyet yeni kurulmuştu. Artık köydeki tüm çocuklar kız- erkek demeden okula gidecekti. Okula gideceğim için çok heyecanlanıyordum, bir an önce okul başlasın istiyordum.
Okulun açıldığı gün annem siyah önlük ve bembeyaz bir yaka takmıştı, saçlarımı yandan ikiye ayırıp örmüştü sonra da üstüne sabun köpüğü sürmüştü.
Okula gittiğim ilk anda öğretmenimi çok sevmiştim.
Sınıflarımız çok kalabalık ve sobalıydı, sınıfa girer girmez is kokardı. Bazen bir sırada üç kişi bile oturduğumuz olurdu, hatta tüm sınıflarla birlikte ders yapardık.
Hiçbir arkadaşımın ayakkabısına bakmaz, marka ismi bilmezdik, milletvekili çocuğu da esnaf çocuğu da, benim gibi ailelerin çocukları da hepimiz siyah önlük giyerdik. Çok sonraları anlayacaktım aslında sınıfsal farklılıkların düşmanıydı bu siyah önlük ve beyaz yaka...
Cumhuriyet tarihinin eğitim ve öğretimdeki sembolleriydi bu siyah önlükler. Tüm yurtta kullanılan siyah önlükler milletçe bir bütün olmayı o yaşlarda aşılıyordu. Kimsenin kimseye bir üstünlüğü olmadığı, daha ilkokul sıralarında akıllara kazınıyordu. Tüm çocuklar eşit ve bu memleketin imtiyazsız evlatlarıydı. Bu sayede vatanına aidiyet duygusu da gelişmekteydi. Kalkınmakta olan bir toplum için en önemli ilkeydi eşitlik, eşit hissetmek...
Bir gün öğretmenimiz; “Çocuklar yarın çok önemli bir misafirimizi ağırlayacağız, sınıfımız, önlükleriniz, yakalarınız, saçlarınız tertemiz olsun.” dedi.
Çok merak etmiştim, “Kim bu misafir öğretmenim?” diye sordum.
“Hepimizin öğretmeni geliyor” dedi.
O gece uyuyamadım heyecandan, bir an önce sabah olsun istiyordum...
Ertesi gün okula giderken, köyün tüm sokaklarının bayraklarla donatıldığını gördüm. Köy halkı okulun önünde heyecanlı bir bekleyiş içindeydi. Bir anda davul, zurna, alkış eşliğinde, gözleri masmavi, saçları sarı ve çok şık biri geldi okulumuza.
Karşılama sırasında çiçek buketini ben verecektim ama nasıl olduysa birden tökezleyip düştüm. Bana doğru geldi ve sıcacık elleriyle, elimden tutup kaldırdı, iki yanağımdan öperek, “Acıdı mı kızım?” diye sordu. Zar zor hayır diyebildim.
“Hayır, acımadı...”
Yanındakilere, “Bu çocuğun ayağına dikkat edin,” dedi ve sonra bana dönüp, “Büyüyünce ne olacaksın, en sevdiğin ders ne çocuk? diye sordu. Ben “Öğretmen!” diye cevap verdim.
“Matematik Öğretmeni” olacağım.
“Hayır sen tarih öğretmeni olacaksın. Çünkü nesillere tarihlerini öğretmek en önemli vazifedir çocuk.
Şunu iyi bil ki çok iyi öğretmen olacaksın. Çok okuyacaksın. Sen, zaten okuyorsun; ama daha çok okuyacaksın. Talebelerini çok iyi yetiştireceksin. Onlara, Kurtuluş Savaşı’nı çok iyi öğreteceksin. Ve bu arada Çanakkale Savaşları’nı sakın unutma. Bizi, bu günlere getiren Çanakkale Savaşları’dır. Ezkaza biz onu kaybetse idik, bugün hür dünya camiası yoktu. Devrimleri ve ilkeleri yaşatacaksın. Gerektiğinde mücadele edeceksin. Sakın ha, unutma çocuk.”
Elimden tuttu, sınıfa geçtik, arkadaşlarım ve öğretmenim de sınıfa geldi. Öğretmenim masasını gösterdi oturmadı, orası sizin yeriniz siz buyurun, ben burada çocuklarla oturacağım dedi. Bir kaç arkadaşımı kaldırdı, soru sordu, gülümsedi. “Bu ülkeyi ve kurduğum Cumhuriyeti sizlere emanet ediyorum çocuklar.” dedi.
O zaman anladım Atatürk olduğunu ve hepimizin öğretmeni Başöğretmenimiz olduğunu.
Ve o gün karar verdim, tarih öğretmeni olacaktım.
O giydiğimiz siyah önlükler, Cumhuriyetin simgesiydi. Bir neslin ortak noktası, toplumsal adaletin okul sıralarında sağlanmasıydı.
Ben Fatma Refet, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk kadın tarih öğretmenlerinden ve 90 yaşıma kadar öğretmenlik yaptım, öğretmenler yetiştirdim.
Öğretmenimin dediği gibi hepimizin öğretmeni “Başöğretmenimizin” kurduğu Cumhuriyeti ve tarihini anlattım.
O gün düştüğümde elimi tutan, başımı okşayan el, bu cennet vatanı bizlere armağan etmek için, cepheden cepheye savaşan eldi ve ben o eli hiç bırakmadım. Sizler de bırakmayın.
Başöğretmenimiz Atatürk’ü, Fatma Refet Angın gibi Cumhuriyet tarihimizin ilk öğretmenlerini, Menemen’de katledilen Mustafa Fehmi Kubilay’ı, görevleri başındayken hain terör saldırısında ölen Necmettin Yılmaz, Aybüke Yalçın, Ayşenur Alkan ve daha nice öğretmeni sevgi saygı ve özlemle anıyor, tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü kutluyorum.
Öğretmenleri bölmeye, değersizleştirmeye yönelik, Öğretmenlik Meslek Kanunu gibi
bir yanlıştan da bir an önce dönülmesi dileğiyle...