"Benim adın Astrea" dedi papatya, "İyilik meleğiyim ben. Adaletin ve zerafetin sembolüyüm. Haksızlığa, hukuksuzluğa dayanamıyorum. Yeryüzünde insanların kötülüklerine katlanamayınca babam Zeus tarafından gökyüzüne gönderildim. İnsanları artık gökyüzünden izliyorum. Her kötülükte hüngür hüngür ağlıyorum. Gözyaşlarım gökyüzünden düşüp, toprakla kavuşunca böyle papatya olurum."
Arı, "biliyor musun" diye sordu papatyaya, "senin baban Zeus bebekken sadece benim atalarımın sütü, poleni ve balıyla beslendi. Ondan öyle güçlü, kuvvetliydi. Apollo’nun tapınağını biz arılar inşa ettik. İnsanlara o kadar çok iyilik yaptım ki, benden bir tanrıça yarattılar, adını Mellona koydular. Bize öyle saygı duyuluyordu ki, Delphi rahibeleri halkın arasında arı kılığında dolaşıyordu. Ah o günler, şimdi neredeler?"
"Peki sonra ne oldu" diye sordu papatya arıya.
"Neler olmadı ki" dedi arı, "zaman geçti, insanlar çoğaldı. Benim yaşam alanlarıma büyük kentler kuruldu. Her yer betona, taşa boğuldu. Önce tarım ilaçlarıyla, kimyasallarla çiçekleri öldürdüler. Soyum azaldı. Sonra bizleri kendi yaptıkları kovanlara tıktılar. Ekmeğimiz, alın terimiz olan balımıza el koydular. Kışın yiyeceğimiz balı bile alıp, yerine hormonlu mısır glikozu verdiler. Oysa bizler çiçeklerle yaşarız. Çiçekler olmazsa ne yaparız?"
"Ben varım ya" dedi papatya, "polenlerim sana feda."
"Teşekkür ederim" dedi arı, "baksana arka bacaklarıma, senin polenlerinle dolu. Ben de bu iyiliğin karşılığında, çicek tozlarını taşıyacağım başka papatyalara."
Arı ve papatya şimdi insanlardan uzak ortamlarda yan yana, can cana, kadim bir dayanışmayla yaşıyorlar.
Örnek alına.
Bu vesileyle de tüm dostlarıma merhaba.