Orhan Veli şöyle söz etmişti ondan.
"Hangimiz bilir, benim kadar,
Karpuzdan fener yapmasını;
Sedefli hançerle, üstüne,
Gülcemal resmi çizmesini."
Bedri Rahmi de böyle.
"İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir,
Anadolu'da, toprak damlı bir evde,
Gülcemal üstüne türküler söylenir.
Süt akar cümle musluklarından,
direklerinde güller tomurcuklanır.
Anadolu'da, toprak damlı bir evde çocukluğum,
Gülcemel'le gider İstanbul'a,
Gülcemal'le gelir."
Kimdi bu Gülcemal?
Bir kadın mı?
Bir sevgili mi?
Değil.
Gülcemal bir vapurdu.
1911 yılında Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından 25 bin 110 altın liraya satın alınmıştı.
Gemiye Sultan Reşat’ın annesinin adı verilmişti.
Gülcemal "gül çehreli, gül gibi güzel" anlamındaydı.
Nice seferlerde kullanıldı.
Nice badireler atlattı.
Ama sonunda mutlaka sığınacak bir liman buldu.
Amerika'ya giden ilk Türk bayraklı gemiydi.
Göçmen götürdü akın akın.
Çanakkale'den hasta taşıdı..
Torpil yedi, batmadı.
Karadeniz'e aşk mektuplarını taşıdı.
Karadenizliler onu çok sevmişti.
"Gülcemal dedukleri
Denizi elekleyi
Bacalari dumanli
Kıyılari bekleyi
Gülcemal Gülcemal
Savruluyi dumanıni
Aldın gittin yarımi
Yoktur senin imanın"
Ne anılar yaşandı Gülcemal'de.
Özellikle mübadele günlerinde.
Rumlar'ı Yunanistan'a, adalardaki Türkler'i bizim kıyılara taşıdı.
Ne gözyaşları aktı Gülcemal'de.
Ne ayrılıklar, ne dramlar yaşandı.
İstanbul'da, Selanik'te, İzmir'de.
Sadece göçe zorlanan insanları değil, kimleri taşımadı ki.
Sultan Reşat'ı.
İsmet İnönü'yü.
Kazım Karabekir'i.
..Ve Mustafa Kemal'i.
Mustafa Kemal çok sevmişti, Gülcemal'i.
Musul anlaşmasını bu vapurda imzalamıştı.
Şöyle yazmıştı hatıra defterine, 5 Ağustos 1926'da.
"Gülcemal vapurunda gördüğümüz intizam ve mükemmeliyet takdire değer. Genel müdüre, geminin süvarisine ve bütün mürettebatına teşekkür ederim."
Daha ne anılar var Gülcemal'de.
Sayfalara sığmaz.
Tam 75 yıl denizlerde kaldı.
Savaşları gördü, ayrılıkları gördü.
Hüznü, gözyaşlarını gördü.
Dünyanın en uzun süreli yüzen ikinci gemisiydi.
Türk Denizcilik tarihinin en önemli sayfalarından biriydi.
Yabancıların elinde olsa yüzen müzeye dönüştürüldü.
Ama maalesef bizim elimizdeydi.
1950'de böyle bir Ağustos gününde İtalyanlara satıldı, parçalandı, jilet oldu.
Derin sulara değil, tarihe gömüldü.