Dünyamızı etkisi altına almış, milyarlarca dünyalının da kalben bağlı olduğu bir spor dalı futbol… Ve evet, radyo, televizyon, cep telefonu, tablet, bilgisayar ya da tamamen sahalardan, statlardan canlı olarak; artık her nerede yaşanıyorsa futbol, futbol âşıkları ulaşıyorlar o şölene… Ulaşmak, ama ne ulaşmak!
Gerçek anlamda mesleği ne olursa olsun ve hatta ömrünce hiç futbol oynanamamış olsa bile; örneğin tıp dünyasından ünlü bir hekim, ticaret dünyasından zengin bir iş adamı, sanat dünyasından bir usta tiyatro oyuncusu, bir sinema sanatçısı ya da oktav sayısına şaşılan bir ses sanatçısı… Bir mahalle berberi, kasabı, bakkalı… Siyasisi, politikacısı, yöneticisi… Ve dünya edebiyatının yıldızlarından biri… Fark eder mi, bu futbol ne menem bir olgudur ki, insanların akıllarını başlarından almıştır ve almaya da devam etmektedir.
Ne güzel!
Bendeniz de, yukarıdaki paragrafta yazdığım futbol âşıklarından, futbol sevdalılarından biriyim ve iyi ki de öyleyim. Ve evet, itiraf etmeliyim; benim de aklımı başımdan alıyor!
Bir de, edebiyat ile birleşince ya da edebiyatla iç içe girmiş örneklerle süslenince, takibi de, okuması da, yazması da, aktarması da inadına, daha da şenleniyor ve aldığımız haz doruklara varıyor.
Usta yazar Sunay Akın’ın, “Kalede 1 Başına” adlı kitabı da buna benzer hadiselerle dolu ama ben, bu yazımda, bir kişi ile ilgili olan bazı notları aktarmak isteğindeyim;
Öncelikle, futbolun sadece profesyonel bir tavırdan ibaret olmadığını, kitlesel bir spor olduğunu kanıtlar bir hadise ile başlayalım; ve hatta, sanatın ve edebiyatın da ne kadar içerisinde olduğunu da kanıtlar bir hadise ile;
1960’lı yıllar ve bir grup edebiyatçı (Ülkü Tamer, Adnan Özyalçıner, Orhan Kemal, Feridun Metin, Nurer Uğurlu, Şükran Kurdakul, Mehmet Seyda ve Egemen Berköz) ile “Keşanlı Ali Destanı” adlı oyunu sahneleyen tiyatrocular (Haldun Taner, Aydemir Akbaş, Ferdi Altuner, Engin Cezzar, Çetin İpekkaya, Erol Günaydın, Hüseyin Salıcı, Bedri Koraman) Altunizade Köşkünün yanı başındaki sahada karşılaşırlar. Kıran kırana oynanan maçın hakemlik görevini de, Halit Kıvanç üstlenmiştir. Sonradan yazdığı “Gool Diye Diye” adlı kitabında; “aslında taraf tuttum o gün hakemlik yaparken. Hangi taraf mı? Bir onu, bir ötekini... Hareket olsun, maça renk gelsin diye. Üstelik iki tarafa da gönlüm vardı” şeklinde bir tatlı itirafta bulunmuş, futbolun gerçek bir şölene nasıl dönüşebileceğinin, tarafların futbolu bir oyun olarak gördüklerinde nasıl da kaynaşabileceklerinin ve hatta kaynaştırabileceklerinin formülünü de vermiştir aslında…
Edebiyatın futbolla kol kola girmesi bu kadarla sınırlı kalmaz. Türk Edebiyatının en inci dizelerinin bugünlere kalmasına sebep, hasret adamı, mavi gözlü Nazım Hikmet’in de buna benzer hikâyeleri mevcuttur;
Bursa Cezaevi’nde, bir müddet birlikte mahpus yattıkları Orhan Kemal anlatmıştır yazdıklarında; “Bursa hapishanesinin bahçesi futbol için adam akıllı müsaitti. Bizden evvel de zaten adetmiş, oynarlarmış. Başgardiyanın gönlü edilip, top oynamaya izin koparıldığı ikindi üzerleri, iki takım halinde bahçeye inerdik… Ben okulu futbola değişecek kadar bu işin tiryakisiydim. Uzatmayalım, günün birinde aramıza uzun boylu, sarı saçları kıvır kıvır, kırk yaşlarında, mavi gözlü bir de şair karıştı… Hem de takımın en zor yerinde oynuyordu: Orta haf! Şiirdeki kadar usta, yahut nefesli olmadığı için, onu ve ona dayanan defansı kolaylıkla geçer, onu çıldırtırdık. Öyle sinirlenirdi ki… Kurşuni kasketinin siperini hırsla geriye çevirir, santrafora geçer, beklere, haflara çıkışır, oyuncuların yerlerini değiştirirdi ama oyun başladıktan az sonra her şeye rağmen… İnerdik kalelerine ve goool! İfrit olurdu… Kıpkırmızı yüzü, masmavi gözleri ve yüzünün kırmızılığında kaybolan sarı kaşları… Hele çalım yapar yutturursak öyle içerlerdi ki, sahada bir faul kralı kesilir, elle, kolla, tekmeyle girişirdi… Bir gün esaslı bir tekmesini yemiştim, hani laf aramızda, çok nefis bir tekmeydi.”
Orhan Kemal’e, o gün, o maçtaki, o tekmeyi atan Nazım Hikmet, “Şair” adlı şiirinde bakın nasıl yazacaktır;
“…
Fulbolda eski kurdum.
Santırdan alınca pası
Çakarım
Hoooooooooooooooooooooop!
5 numro top
açık ağzından girer golkipin karnına.
Bana mahsustur bu vuruş
futbol potinlerim
kurşunkalemimden öğrendi bu zanaatı!
…”
Sunay Akın Usta, “Kalede 1 Başına” adlı kitabında, bu şiirde geçen “Hop” kelimesine dikkati çekmiş ve Nazım Hikmet’in; “h” ile “p” harflerini futbol oyun alanındaki kalelere benzettiğini, iki harf arasındaki “o” sayısının da, bir sahada futbol oynayan oyuncu sayısı kadar, yani yirmi iki adet olduğunu belirtmiştir.
Bugün 15 Ocak ve büyük usta Nazım Hikmet yüz yirmi yaşında… Nasıl ki futbol, dağları, denizleri aşıp koca bir dünyaya birleşiyorsa; Nazım’ın dizeleri de, bir çığ olup, yüreklerimizde birikiyor. İyi ki doğdun Nazım Usta, iyi ki…
Dipnot; “Futbol bir şiir gibidir, ruhunla ve kalbinle yazarsın, ama ayaklarınla okursun.”