İlk kez, Mezopotamya’da kullanıldığı, yapılan arkeolojik kazılar ve elde edilen “kil tabletler”den anlaşılmaktadır…
Bu bulgularda dikkat çeken şey şunlardı… İlk kullanılanlarda üzerinde çizikler bulunan düğmeyi andıran şeylerdi… Daha sonra, insan figüzleri ve doğa motifleri içerenlere rastlantı… Ardından, hayvan biçimli olanlarına çıktı ortaya… Bunlar, silindir biçimliydi ve döndürülerek kullanılıyordu…
Mezopotamya ve eski Mısır‘da papirüse yazılan belgeler rulo yapılır, iple bağlanan bu ruloların ipinin düğümü mumla kaplanarak, üstüne bunlar basılırdı…
Eski Yunanlılar, Romalılar, Araplar ve Bizanslılar da neredeyse tüm yazılı belgelerde bunları kullandı…
İ.Ö 6’nıcı ve 4’üncü yüzillar arasında İran’a egemen olan Ahamenişler, buna öylesine önem verdiler ki, büyük bir ince işçilikle yapmaya başladılar. Üzerinde
kanatlı akrep ve yarısı aslan, yarısı kartal biçiminde mitolojik simgelerle biçimlendirdiler…
Hititler, bunları değerli taşlardan yaptı…
Urartular ise, hem döndürülerek hem basılarak kullanılan çeşitlerini sevdi…
Avrupa’da ortaçağ süresince krallar, soylular ve din adamları bunları büyük bir ilgi ve sevgiyle kullandı…
Bazılarının iki yüzü vardı… Krallığa ait olanların bir yüzünde yönetimdeki kralı genellikle başında tacıyla tahtında oturur biçimde gösteren bir figür olurdu. Din adamlarınınkinde ise, melekler, azizler, tapınaklar ya da kutsal kitaptan sahneler bulunurdu…
Kentlerin de kendilerine ait olanları vardı…
O kenti simgeleyen önemli kapılar kazınırdı üzerine…
Loncalar; yani zanaat birlikleri de kendilerine ait olanları kullanmayı sevdi hep… Üzerine, kendi zanaatlerine ait el aletlerinin figürlerini nakşettiler…
Değerli ve resmi evrağın üzerine damlatılan; balmumunun terabentin ve renklendiriciyle karışımından elde edilen zemin, en kullanışlı uygulama zeminini oluşturuyordu…
16. yüzyılda balmumu yerine Endonezya’dan gelen ve “gomalak” denen bir tür reçine yeni bir keşifmiş gibi ilgi gördü…
12 ile 19. yüzyıllar arasında mektuplar zarfa konmaz, bunun yerine birkaç kez katlanır ve bir yüzük içine alınarak “özel ve gizli”leştirilirdi…
İslam tarihinde, bilinen en eskisi Mısır Valisi Amr İbnül-As tarafından kullanılmıştı…
Peygamberimiz Hz. Muhammed de 639 yılından başlayarak üzerinde “Muhammed Resulullah” yani, “Allah’ın elçisi Muhammed” sözleri kazılı olanını yanından hiç ayırmadı ve sürekli kullandı…
Osmanlılar, bu işareti taşımayan resmi olsun kişisel olsun hiçbir belgeyi geçerli saymadı…
Osmanlılar’da sadrazam tarafından taşınılan ve padişahın mutlak vekili olduğunu kanıtlayan Mühr-i Hümayun büyük önem taşırdı…
Hakkaklık, buna verilen önemin sonucunda bir iş alanı ve bir meslek olarak Osmanlılar’daki yerini aldı.
Hepinizin anladığı gibi, sözünü ettiğim şey, MÜHÜR…
Sözlük tanımı aynen şöyle:
“Bir belge, mektup ya da eşyanın gerçek ve onaylanmış olduğunu göstermek, sahibini belirtmek, önemli mektup ve paketlerin açılmasını engellemek için kullanılır…”
Bu tanımın demek istediği ise şu:
ÜZERİNDE MÜHÜR OLMAYAN BİR MEKTUP ONAYLANMAMIŞTIR…
MÜHÜR TAŞIMAYAN ŞEY YA DA EŞYA GERÇEK DEĞİLDİR…
MÜHÜRSÜZ BİR ŞEYİN KİME AİT OLDUĞU BELİRSİZDİR…
MÜHÜR, DEĞERLİ VE ÖNEMLİ ŞEYLERİN ULUORTA AÇILMASINI ENGELLEMEYE YARAR…
Cumhuriyet boyunca da mühür, resmiyetin, geçerliliğin, hakiki olmanın ve gizli olmanın bir göstergesidir…
Mühürlüyse “GERÇEK, GİZLİ VE GEÇERLİ” dir, üzerinde mühür yoksa “GEÇERSİZ” dir..
Şimdi bu ülkeyi yönetenler diyor ki, “Seçimlerde üzeri mühürlü olmayan zarflar da geçerlidir...”
Yani?..
Yani, “Mühür gereksiz bir şeydir” demeye getiriyor…
Ve bunu hiçbir mantığa, gerekçeye ve örneğe dayandırmadan söylüyor... “Biz öyle uygun görüyoruz… diyor kısaca… Hatta, neye “uygun” olduğunu da anlatmıyor…
Milattan önce 6. yüzyıldan bu yana; yani yaklaşık 3 bin yıldır, tüm uygarlıkların, imparatorlukların, krallıkların, devletlerin, din adamlarının, kentlerin, peygamberlerin, Osmanlı sarayının; üzerindeki taşıdığı belgeye “gizlilik, resmiyet ve gerçeklik” kattığı için kullandığı mühür; nasıl oluyor da son 2 yıldır ve sadece bu ülkede artık GEREKMİYOR ve GEREKSİZ BİRŞEY halini alabiliyor?..
Hadi bizi bırakın…
Biz biat etmeye, sessiz kalmaya, boyun eğmeye, eğilip bükülmeye alıştık diyelim…
Ama bunun hesabını size MEZOPOTAMYALILAR sorar.
Benden uyarması... Sonra demedi demeyin!..
Adamlar o mührü boşuna mı keşfetti!..