Datça pazarına gittim bugün.
Ateş pahası.
Domatesin en bol olduğu bu dönemde bile kilosu 15 lira.
25 liradan aşağı meyva yok.
Maydanoz, dereotu demeti 5 lira.
Gerisini siz düşünün.
Ama sayın bakanımız Nebati diyor ya.
"Avrupalılar pazarda bunu bile bulamıyor" diye.
Buna da şükür!
Neyse benim için güzel haber, kızılcıklar çıkmış.
Selelere dolmuş.
Severim kızılcığı.
Şerbetine, reçeline tutkunum.
Kötü haber kilosu çok pahalı.
Bir kilo alayım dedim, tam 40 lira.
Pes.
Çok değil, 3-5 yıl önce bozuk paralara alırdık kızılcığı.
Demek ki, o da artık lüks oldu.
Ama şükredelim, Avrupalılar bu güzelim meyveyi bulamıyorlar!
Bir kızılcık türkümüz vardı, hatırlarsınız değil mi?
"Kızılcıklar oldu mu?
Selelere doldu mu?
Gönderdiğim çoraplar
Ayağına oldu mu?
Mendili geline,
Mendil verdim eline
Kara kına yollamış,
Yár benim ellerime."
Edirne Keşan türküsüydü.
Biliyor musunuz, bir zamanlar bu türküyü söylemek suçtu.
1970'lerde TRT'de çalınması yasaktı.
Nedeni türkünün içinde kızıl sözcüğünün geçmesiydi.
Devlet için kızıl demek komünist demekti.
Devletin radyo ve televizyonunda komünizm propagandası yapılamazdı.
Yıllarca yasaklandı.
Filimlerde kullanılamadı.
Düğün salonlarında çalınmadı.
Halk gizli saklı dinledi.
Bizi yönetenler yıllar boyu kırmızıyı gördü mü, deli danaya döner.
Çıldırır.
Saldıracak yer arar.
1934 haziranında soyadı kanunu çıkmıştı.
Herkes yıl sonuna kadar bir soyadı seçmeye mecburdu.
Genelde Öztürk, Türkoğlu, Safkan, Yılmaz, Eğilmez, Türksoy, Kahraman gibi isimler alınıyordu.
Cezaevinden yeni çıkan Nazım Hikmet de bir soyadı almak zorundaydı.
Piraye ile oturup,birlikte bir soyadı düşünmeye başladı.
Sonunda anlamsız bir soyadı almaya karar verdiler. Piraye ‘Ran’ soyadını önerdi. Nâzım da bunun bazı fiillerin sonuna eklenebileceğini anımsattı. Örneğin başaran, kurtaran, saldıran, coşturan.
Nazım ertesi gün de nüfus idaresine başvurup "Ran"ı nüfusuna işletti.
Vay efendim sen misin Ran ismini alan.
Ran'ın tersten okunuşu Nar'dır.
Nar kırmızıdır.
Kırmızı komünizm propagandasıdır.
Konuş.
Nazım anlatamadı derdini Marko Paşa'ya.
1950'lerde İşçi Partisi Başkanı Behice Boran Dil Tarih Fakültesi’nde öğretim üyesiydi.
Öğrencilerin sınav kağıtlarını kırmızı kalemle değerlendiriyordu.
Düzeltmeleri kırmızı kalemle yapıyordu.
Notları kırmızı kalemle veriyordu.
Vay sen misin kızıl kalem kullanan.
Komünizm propagandası haa!
Üniversiteden kovuldu.
1980'li yıllarda "Kızıl Maske" isimli bir çizgi roman vardı.
Kahramanı haksızlıklarla, zalimlerle savaşırdı.
Çok öğrencinin başını yaktı.
Polis ve asker elinde "Kızıl Maske" çizgi romanı gördüğü ortaokul ve lise talebelerini göz altına aldı.
"Konuş! Bu kızıl da ne oluyor, komünistlerin lideri mi bu?"
Günlerce sorgulandılar.
1960'lı yıllarda Aziz Nesin, Nazım Hikmet'in Vera'ya yazdığı bir şiiri makalesine taşımıştı.
"İçimde mis kokulu,
kızıl bir gül gibi duruyor zaman.
Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş,
çoğum gitmiş de azım kalmış, umurumda değil"
Ertesi gün soluğu önce karakolda, sonra savcının karşısında aldı.
Sorguya şekildi
"Konuş. Kırmızı gül neyin şifresi?
Cuma mı, cumartesi mi ayaklanma yapacaksınız?Konuş!"
İfade üstüne ifade verdi.
Makale denince bir olay daha hatırladım.
Yine 70'li yıllar.
Gazeteci Uğur Mumcu, köşe yazısında Kars yöresinin çok sevilen türküsünü yazmıştı.
"Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa
Askerin milletin bayrağınla çok yaşa
Sağdan sola soldan sağa
Salla bayrağı düşman üstüne."
Yazdığına pişman ettiler.
Sorguya alındı.
Konuş!.
Bayrağın soldan sağa sallandırılması devrim çağrısı mı?
Düşman demekle neyi kastediyorsun?
Yedi yılla yargılandı.
Nereden geldi şimdi bunlar aklıma?
Güzel bir Cumartesi günü neden keyifleri kaçırdım.
Hep bu kızılcık yüzünden değil mi?
Ama kızılcık iyidir.
C vitaminidir.
Her yıl verdikçe verir.
Bakın Orhan Veli ne diyor?
"İlk yemişini bu sene verdi,
Kızılcık.
Üç tane;
Bir daha seneye beş tane verir.
Ömür çok,
Bekleriz;
Ne çıkar?"